Hindistan’a Bakış – Hindistan

Hepimizin hayatının vazgeçilmez parçası olan baharatların diyarı Hindistan egzotik bir ülke olarak karşılamakta bizleri. Sanskritçe BHARAT ülkeye verilen isim. Türkçeye de baharat olarak geçen baharatın kelime anlamı Hindistan demektir.

Dünyanın en eski kültürlerinden biridir Hint kültürü..Hinduizm en eski dinlerdendir. Bir kültür dağarcığıdır Hindistan. Dünya üzerinde sizi dünya dışında hissettirmeyi başaracak belki de tek ülkedir.

Yıllar önce okuduğum seyahat kitaplarında gördüğüm o mükemmel çekici ülkeye 1999 yılında gidebilmek nasip oldu. Havaalanında bizi karşılayan o boğucu sıcak hava akımını unutmam mümkün değil.. Daha ülkeye ayak basar basmaz Neredeyim ben ? diye soruyor insan kendi kendine.. Gerçekten her şey değişik geliyor burada insana..

Sokaklara dalınca insan kendini belgesel bir filmde hissediyor. Yabancı olan onlar mı yoksa sizmisiniz diye düşünüyorsunuz. Bazı yerlerde yabancıları merak eden insanlar çevrenizi sarıyorlar. Sizinle fotoğraf çektirmek için bazen sıraya bile giriyorlar. Taj Mahal’de bu zevki epey yaşadık…

Ülke çok fakir insanlar her yerde..yol kenarlarında bizim çatılarda kullanılan saclardan yapılmış odacıklarda yaşayan insanlar dolu. Su yok, tuvalet yok, elektrik yok bu barakalarda.. Her yer dilenci dolu..Ama ilginç olan dilencilerde şaşırmış nasıl size yaklaşacaklarını…Önce yabancı olduğumuz için

“Jesus! Jesus!” diyerek hristiyansak ordan etkilemek istiyorlar..sonra ses yok bizde bu sefer “Alla! Allah ekber!” diyerek ordan vuruyorlar ve eğer acıyıpta birine üç beş kuruş verirseniz işte o zaman ALLAH deyip nasıl kurtulacağınızı siz düşünün diğer dilencilerin saldırısından.

Sokaklarda her türlü yiyecek ve içeceğin hatta suyun bile açıktaysa içilmememsi önemli bir uyarı..Bu ülkede salgın görülen Malarya hastalığını kapmak istemiyorsanız kesinlikle dikkat etmelisiniz bu noktaya.

İnsanların temizlik anlayışı yok denecek kadar az. Eğer eşim Nil Hanım gibi titiz bir insansanız yatağa oturup sinirden ağlamanız çok normal olacaktır. Kaldığımız bir otelde işte bu titizlik ve ordaki pislikelr yüzünden bin tövbe edip bir daha asla gelmeyeceğim buraya diyen eşim nasıl olduysa Hindistan’dan dönerken bir daha ki sefere daha dikkatli seçim yapalım demesiyle Hindistan için belki de söylenecek en güzel şeyleri söylüyordu.. Ne senle ne de sensiz yaşanmaz… Evet Hindistan işte bu kadar ilginç bir ülke ki, her şey aslında olumsuzlujklar üzerinde kurulmuşken insanı halen cezbedebilen bir atmosferi var. İnanın şu anda nereye gitmek istersin dünya da deyin Hindistan derim…

Agra ve Taj Mahal

Hindistan’ın simgesi olan Agra şehrindeki TAJ MAHAL’i görmeden Hindistan’ gördüm demek yanlış olacaktır. Taj Mahal’in aslında Türkler için bilinmeyen bir önemi olmalı. Çünkü eşi Mümtaz Mahal’e olan aşkını o ölünce türbesini inanılmaz güzellikte inşa ettiren ŞAH CİHAN Türk MOGUL Sultanıdır. Yani bir Türktür aslında.. Tarih kitaplarında genellikle MOGUL yada Moghul adıyla yazılan bu sultanlığı çoğumuz, Cengiz Han’ın Moğollarıyla karıştırdığımız için aslında bizim için de önemi çok büyük olan bu binaya dikkat etmeyiz. Iste artık ögrendiginiz bu kisa bilgiden sonra Taj Mahal’de gögsünüzü gere gere dolaşın 🙂

Agra’ya Delhi’den trenle tam bir macera ile gideceğinizden emin olabilirsiniz…Istasyonda yerlerde yatan insanların arasından hoplaya zıplaya geçeceğiniz için ve bir o kadar dilencinin size sürtünmesinin verdiği rahatsızlıktan sonra kendinizi kompartmanınıza atabilirseniz biraz rahatlayacaksınız. Ama hemen sevinmeyin çünkü bazen iki kişiye aynı bilet satılabildiğinden yerinizde amcanın tekini size gülümserkende görebilirtsiniz..asıl komik olan kompartman görevlisinin pişkin sırıtması:)) Asıl insana koyan da o ya:))

Agra’ya 2 saatlik seyahat sonrası vardığınızda da asil sorunu yaşayacaksiniz. Bütün taksi şoförleri ve RiKSHAcilar (motorsiklet araba arası bir taşıma aracı) etrafınızı sarıp Taj Mahal’e götürmek için kavga bile edeceklerdir. Bu insanlar size acaip yapışacakları için fiyatlarına pazarlık edip biriyle anlaşmanız en kısa yoldan çözüm bence. Biz ne mi yaptık…Epey kaçmağa çalıştıktan sonra baktık bizi bırakmaya niyetleri yok çünkü çok SEVDİLER:)) 2 dolar karşılığında akşama kadar bir Rikşa kiralayıp birazda krallığın keyfini yada sir olmanın keyfini yaşadık o gün boyunca. Rikşamız bizi her yerde bekledi. Biz gezdik dolaştık ve döndüğümüzde şoförümüz bekliyordu bıraktığımız yerde. Kesinlikle tavsiye ederim Rikşa kiralamanızı..Hem küçük olduğu için trafikte kaçabiliyor, hem Hindistan’ın bir parçası, hem de maceralı olduğu için….

Hindistan’da dini inanç sayısı sayılamayacak kadar çoktur. Her yerde değişik bir tapınak görmeniz mümkün..Ama asıl güzel olan şey tam bir demokrasi yaşanıyor olması. Kimse kimsenin inancına karışmıyor..Tam bir din dağarcığı. Bunu seyrederken insan gıpta ediyor. Her tapınağa girip fotoğraf çekebilirsiniz diyebilirim..Ama tavsiyem genede içeri girerken sessiz olun, hafif gülümseyin, saygılı olun o ortama, eğer fotoğraf çekmek istiyorsanız insanlara danışmadan çekmeyin. Bu arada çoğu tapınağa ayakkabı çıkararak girildiğini unutmayın.

Hindistan’daki Mc Donalds’ı fazla tavsiye etmem çünkü inek eti yemek Hindu’larda yasak olduğu için hamburgerler koyun veya keçi etinden yapıldığı için hayal kırıklığına uğrayacaksınız.. Bilin de…..

Jemaa Mesjit (Yeni Delhi) ve Hadji Ali Türbesi (Bombay)

Delhi’de Jemaa Mesjit’e gitmenizi tavsiye ederim..Oldukça büyük bir cami burası. Ama bazı ilginç noktalara değinmeden geçemeyeceğim. Buraya kadar gelmişken bir de iki rekat namaz kılayım bari deyip Cuma mescite geldim.Abdest almak için yer sordum , caminin avlusundaki havuzu gösterdiler. iyi ama musluk yok dedim. maalesef bizdeki gibi bir sistem yok orada. Ülke çok sıcak ve su az bulunduğundan insanlar o havuzdaki sudan abdest alıyorlar. Hepsi aynı havuzdan. Sanıyorum Turan Dursun’da buna benzer bir manzaradan yola çıkıp KÜLLETEYN adlı kitabını yazmıştı.

Hindistan’da kültürel islam yaşanıyor. Aynı zamanda ne kadar inkar etmek istesekte Hinduizmden bazı alıntılar girmiş müslümanların hayatına. Mesela Hacı Ali türbesine gittik , denizin üzerinde inşa edilmiş bir türbe bu. İnsanlar türbeyi öpüyor, adaklar koyuyor, ellerini sürüyor türbeye…. Bunu yapanlar müslümanlar. Fakat yaptıkları bizim türbelere çaput bağlayanlardan pek farklı değil. Yani bilinçli bir islamiyet çok göremedim diyebilirim Hindistan’da.

Bahai Tapınağı (Yeni Delhi)

Bahailik kendini dünya dinlerinin birleşimi ve kardeşlik düsturuyla tanıtan bir dini inanış… Biz de Delhi’deki lotus çüçeği şeklinde inşa edilmiş bu tapınaklarına gelmişken uğrayalım deyip gittik. Tapınak bahçesi epey büyük..Bakımlı ve temiz bir ortam burası. 9 Tane kapısı var tapınağın ve kilise havası ağır basmakta. Oturmak için koltuklar ve konuşmacı için ortaya bir kürsü koyulmuş.

Biz olabildiğince kısık sesle içeriyi incelerken görevlinin biri gelip oldukça kaba bir şekilde azarlayıp konuşmasanıza demezmi? İşte o ana kadar içimde beslediğim bütün güzel düşünceleri silip aheste aheste dışarı çıktım. O kadar güzel yapılmış tapınağa yakışmayan görevlileri bu sayfadan tekrar kınıyorum.

Herşeyden önce biz yabancıyız, sonra turistiz, sonra bağırarak asla konuşacak kadar saygısız da değiliz. Ama yaklaşımları hiçte öyle olmadığı için kendi adlarına üzüldüm.. Ama genede o görevlinin sadece bir istisna olduğunu düşünüyor ve sizi Delhi’ye giderseniz bu tapınağa bir gitmenizi tavsiye ediyorum…Ama siz siz olun sakkın haa ağzınızı açmayın..:)

Ölülerin yakilmasi

Hep merak eder dururdum, ölü yakılmasının nasıl olduğunu. Sağolsun oradan bir arkadaşım ricamı kırmadı ve beni ölüleri yaktıkları alana götürdü. O alana girer girmez insanın burnunu yakan yanık et kokusunu ömür boyu unutmayacağınıza eminim.

Ölülerin yakılması Hinduizm dininden kaynaklanıyor. Ölülerin ruhunun başka bedene geçmesine yani reenkarnasyona inanan Hindular, ölen kişinin bedeninden bir an önce kurtulması için yakılmasını uygun görüyorlar. Ölü yakma iş bir törenle yapılıyor. Aynı bizdeki gibi ölü yakınları toplanıyor. Ölünün üzerine odunlar diziliyor. Odunların çabuk alev alabilmesi için yağ dökülüyor üzerine. Daha sonra ateşe veriliyor.

Ölü yakma sırasında ilgimi çeken birşey oldu. Ölünün bedeninin büyük bir kısmı yanarken kafatası en son yanan yer oluyormuş ve kafatasının kırılması gerekiyor. ve bu görev en büyük evlada veriliyor. ve o elinde büyük bir sopa ile kafatasını kırarak kolay yanabilmesini sağlıyor.

Tören bitinceye kadar kaldım orada sonra da gidip ölü yakınlarına başsağlığı dileyip ayrıldım oradan. İmkanınız olursa görmenizi tavsiye ederim böyle bir töreni.

Sinema Endüstrisi

Hindistan deyince sinemasından bahsetmeden geçmek bence büyük bir hata olacaktır.Ülkemizde bile senelerce sinemalarda ve televizyon kanallarında oynayan muhteşem AVARE filmi ile akıllarımızda izlerini taşıyan Hint sineması daha uzun yıller popülerliğini koruyacak gibi görünüyor..Neden mi? Öyleyse dinleyin… Her şeyden önce Hindistan fakir çoğunluğun oluşturduğu bir ülke olduğu için zaten halen televizyonun girmediği ev ve baraka sayısı kesinlikle milyonlarcadır. İnsanların elektriği bile zor bulduğu bazı kesimlerde televizyonun hayalini kurmak için de erken zaten. Televizyonun olmadığı yerde de doğal olarak insanlar eğlence aracı olarak bizim 20 sene önce büyüklerimizin yaptığı gibi sinemaları doldurmaktan başka bir çare bulamıyorlar. Bunun yanında sinema ücretlerinin çok cazip olduğunu da eklerseniz, sinema seyircisinin Hindistan için ne kadar büyük bir kesimi oluşturduğunu düşünebilir ve burdan da sinema endüstrisinin neden gelişmiş olduğunu hemen anlarsınız. Sokaklarda duvarlarda her an filmlerin afişleriyle karşılaşmanız mümkün, en yakın sinemada oynayan filmlerin reklamları rengarenk bir görüntü oluşturuyor sokaklarda.. Gelelim filmlerin konularına…Aslında bu konuyu derinlemesine incelemeye fazla gerek yok. Ezilmiş insanların acı dolu hayatları genellikle konuyu oluşturuyor.Bunun yanına bir de sevenlerin düşmanı KÖTÜ, rahmetli Erol Taş’a bin rahmet okutacak kadar KÖTÜ, hatta şeytanımsı kötü bir toprak sahibi ya da patron olmazsa olmazlardan… Televizyonda izlemeye doyamadığım birkaç filmdeki bu kötü ötesi adamcağızın neden işinin gücünün sadece şu garipleri ezmek olduğunu da bir türlü anlayabilmiş değilim halen…Döneli aylar oldu ama halen çözebilmiş te değilim….. Başka konu hiç yok mu peki filmlerde? Tabii ki var …Mesela dinler dağarcığı olan bu ülkede doğal olarak dinlerarası ilişkiler, sevenlerin sıkıntıları, zengin müslüman fakir hintli aşkları vs vs…..Amaç hep aynı..insanlara yaşadıkları ortamdan örnekler sunabilmek …. Hintli arkadaşlarımdan biri birgün oturup müthiş bir zevkle seyrettiği son filmi anlattı..konusu nasılmıydı? dinleyin o zaman; Fakir bir genç, fakir babasını terkedip şehire çalışmaya gider.Baba razı değildir.. Çocuk senelerce kötü insanlarla savaşır, didinir, ve sonuçta çok zengin bir insan olur…Kocaman binasından şirketini yönetirken zavallı babası aklına gelir, köyden getirtmek ister ihtiyarı …ama babası reddeder gelmeyi..ve en sonunda o gider mersedes arabasıyla…babası ona şöyle der…sen büyük adam oldun ama adam olamadın…… eh kızmayın ama maalesef onlarda bizim gibi fakir kesimle dolu olduğu için bırakında film konularımızda benzer olsun değil mi :)) Ben vakit bulup sinemaya gidemedim ama her hintli kesinlikle gitmemi tavsiye etti..Ben de sizlere bu zevki yaşamanızı tavsiye ediyorum..ama ağlamak yok ona göre….Çünkü o KÖTÜ adamın sevenlere yaptığı normalötesi işkencelere dayanabilirmisiniz bilemiyorum..Benden söylemesi…..

HINDU ARKADASIMIN DININE BAGLILIGI:
Hindistan`da insanlar dinlerine cok baglilardir. Zaten gittigim butun tapinaklarin dolulugundan bunu hemen anlayivermistim, ama insanlarla birebir konusup ogrendikten sonra bizim aslinda onlara gore hic ibadet etmedigimiz sonucuna da varmanin uzuntusunu yasadim demek zorundayim.

Hindularda herkesin cok onem verdigi Tanri digerininkinden farkli olabiliyor.Benim arkadaslardan birisi bu kendisine onemli sectigi Tanrisi icin tam 3 MILYON kere o tantinin ismini TESBIH cekerek, bitirdikten sonra bunu bagli oldugu tapinaga giderek Tanrisina sundugunu anlatti…Bir digeri de 5 milyon adet cekecegine soz verdigini soyledi. Bir diger hindu arkadas ise eger bir istegi olursa 3 ay boyunca en cok sevdigi sey olan pirinc pilavini yemeyecegini soz verdigi icin istanbul`a geldiginde buna gercekten de riayet etti ve sadece ekmek ve vejetaryen yemekle gecistirdi o aksami da.

HINDU TANRILARI:
Hindistan milleti gercekten cok ilginc gelmistir bana. Simdi nereden cikti bu diyebilirsiniz…Ornek vereyim o zaman. Dusunun ki bir hristiyan YARADANA ALLAH adini vermeyecektir, biz de JESUS demeyiz, yahudilerde boyledir, yani her dini inanc kendi icinde tanrisini sekillendirir ve ona tapar.. Ama hindularda bu bizdeki gibi degildir. Bir Jainist, Hindu tanrisina da ayni saygiyi gosterir. Bir Hindu gidip Sai Baba`ya tapinir, Mihir Baba`ya gidip etegini oper, dua eder onlara Avatar (yasayan Tanri sayilir hindularda) olarak tapinir rahatlikla.

Mesela Istanbul`a gelen Jain bir arkadasim daha is gorusmesine oturur oturmaz not kagidinin ust kosesine bir sey yazmisti . nedir bu diye sordugumda ise GANESHA yazdigini soyledi. Ganesha Hindularda Fil kafali Cocuk tiplemesi olan bir tanridir. Inanislarina gore Tanrica PARVATI, tanrica oldugu icin sadece olmasini istedigi icin bir erkek cocuk yaratir. ve cocuga kapida bekcilik yapmasini cunku banyo yapacagini soyler. O sirada kocasi Tanri SHIVA gelir kapiyi calar. Ganesha acmaz annesinin sozu uzerine. Shiva`da kapiyi kirip iceri girer ve oracikta cocugun kafasini kesiverir…Parvati banyodan cikip cocugun oracikta cansiz bedenini gorunce fenalik gecirir, sonra Shiva`ya onu kendinin yarattigini ve cok uzuldugunu soyleyince olanlardan, Shiva ona soyle bir soz verir, kapiyi acip bakacaklar ve ilk gelenin kafasini cocuga koyup yeniden canlandiracaklardir. Nitekim kapiyi actiklarinda bir Fil durmaktadir orada, bunun uzerine filin kafasini kesip Ganeshaya verirler ve Ganesha canlanir.. Ganesha resimlerde ve heykellerde hep tombul gobekli, fil kafali bir cocuk olarak resmedilir. Hindularda her baslangic her yeni bir sey GANESHA adiyla baslar. iste bu nedenden dolayi Jain arkadasta bizimle ticaret konusmaya baslarken iste Ganesha ismini yazmisti not defterine. Bizdeki BESMELE gibi birsey bu onlar icin.

27.01.2004 

Mumbai – 2002 – Hindistan

Türkiye`deki soguk gecen kis aylarindan sonra ucagin kapisindan gelen 31 derece sicakligin carpmasi ile kendimden gectim. Soguk havalara alismanin ardindan gelen bu sicak esinti acikcasi beni sok etmisti.
Mumbai yani eski adiyla Bombay Hindistan`in Istanbul`u gibi bir sehiri. Baskent Delhi olmakla beraber ticaret merkezi Mumbai kenti. Mumbai ismi orjinal sanskritce isim, Ingilizler yonetimi ele gecirdikleri donemde Mumbai diyemedikleri icin Bombay adiyla anmaya baslamislar Mumbai kentini. Daha gecen sene Mumbai ismine geri donuldu. Iyi de etmisler. Ozlerini kaybetmemeleri guzel bir sey.
Mumbai havaalaninda sigara icmek henuz yasaklanmamis. Havaalani zaten cok eski, bizim eski havaalanimiz gibi, yenilenmek icin bekliyor, sanirim yakinda baslayacaklar yeni havaalanina cunku acikcasi koskoca Hindistan`a hic yakismiyor bu eski bina.
Havaalanindan cikista kucuk bir sok yasadim. Normalde gezdigim bircok ulkede ne kadar fakirlik olursa olsun en azindan havaalani civari cok havali olurdu, oysa Hindistan`da cok basit bir cikis vardi. Daha sonra anladim ki zaten havaalaninin hemen 20 metre disinda sokakta yatan insanlari gizlemek te mumkun olamayacakti. Ne isek o olalim diye dusunmus olabilirler.
Hindistan ile alakali ilk tavsiyem su olacak. TAKSICILERLE PAZARLIK YAPIN. soyledikleri fiyatin yarisini teklif edin ve kararliliginizi gosterin. Hatta verdikleri fiyata hayretler icinde bakarak dalga mi geciyorsun sen bile diyebilirsiniz. Eger sizin kulyutmaz oldugunuza inanirlarsa yari fiyatina gitmeniz cok kolay olacakltir.
Oteller konusunda tavsiyem, eger temizlik hastasiysaniz asla 3 yildiz alti bir oteli dusunmeyin.Ben 4 yildizli bir otelde bile biraz rahatsizlik cekmistim, bu seyahatimde 5 yildizi secince epey rahat ettim.
Havaalanindan otelinize dogru yolalirken buyuk soklar gecireceksiniz, simdiden hazirlikli olun, yolun saginda solunda eski eski baraka evler, yari ciplak cocuklar, dilenciler, seyyar saticilar vs vs .. Bulundugunuz sehirin Mumbai oldugunu dusunuyorsunuz, bu sehir boyleyse diger yerler nasil olabilir diye kafaniz allak bullak oluyor.Arabalar trafik isiklarinda durdugu anda pencerelere yapisan dilenciler insanin icini parcaliyor ama birine yardim ederseniz digerleri de uzerinize atliyorlar, secim sizin…
Hindistan dinlerine, bu ulkeye gitmeden once cok merakliydim, ama yaptigim seyahatler sonrasi acikcasi cok sasirdim. Turkiye`de tanidigim Meditasyoncu arkadaslarim olsun, okudugum kitaplar olsun, seyrettigim filmler olsun bana hep farkli bir dunya vaadediyorlardi, ama maalesef Hindistan`da gozlerimle gordugum ortam hic te icacici olmadi. Gezdigim tapinaklar filmlerdeki gibi mukemmel ve mistik degillerdi. O kutsal insanlar yuzyuze karsilasinca nedense biraz kirli kiyafetleriyle ilgimi cekmeyi becerebilmislerdi sadece. Bize anlatilanlar yoksa birer yalanmiydilar diyemiyecegim ama galiba birazcik sisirmeydiler. Hayal kirikligi yasadigimi belirtmemde fayda var. Gezdigim bircok tapinakta insanlar tembel tembel yatiyordu, inanc insani hayattan uzaklastirmamali bence, enerjiyi kaybettiren hersey bir eroin gibidir, insani alikoyar yasamaktan.
Hindistan cok fakir bir ulke bunu kabul etmemiz gerekiyor. Zenginleri fazla piyasada gorunmuyorlar , onlar genelde kale gibi korunan binalarda yasiyorlar, kapilarinda korumalari her zaman duruyor. O insanlar yuksek sinifa mensup sayiliyor ve bu yuzden halkin arasina girmeyi sevmiyorlar.
Hindistan`da kast sistemi eskidendi diyenlere maalesef halen de bu sistemin izlerini gordugumu belirtmemde fayda var. Mesela konustugum bir arkadasim , diger bir arkadasimdan bahsederken , o benden alt sinifa ait. ben Brahmin sinifindan geliyorum gibi laflar etti. Bu laflarin altinda yatan gercegi saniyorum sizler de anliyorsunuzdur.
Halkin arasina daldiginiz zaman sizin de ust sinifa mensup oldugunuza inanan alt tabaka insanlar genelde size dokunmaya calisiyorlar, ben buna halen bir anlam verebilmis degilim, neden bir insana dokunmaya calisilir ki? Saniyorum bu ust tabakadan olduguna inandiklari bir insana dokunabilmenin verecegi mutluluk olsa gerek.
Sokaklarda karsima cikan dilencilere nezaketle bozuk paramin olmadigini elle, kolla,beden diliyle anlatmaya calissamda neredeyse yuz metre boyunca benimle yurumeye devam etmelerinin verdigi cildirma noktasindaki caresizlik ve siniri en sonunda bir Hintli arkadasim nasil asabilecegimi ogretti, ne mi yapti? Cok basit, elini kaldirdi, vuracak gibi yapti dilenciye, kendi dilinde saniyorum kufur etti ve dilenci o zaman beni birakti. Ben kendime tabii ki boyle bir yaklasimi uygun bulmuyorum ama saniyorum biraz daha kalsaydim kendimi kaybetmeye baslayabilirdim.
Hindistan`da sokakta hicbirseyi yememeniz tavsiye ediliyor. Normal sulardan bile icmemeniz gerekiyor. Her yerde sise su almaniz gerekli, ama bir noktaya dikkat etmelisiniz, sise sularin ici bosalinca bazi uyaniklar sehir suyu doldurup satiyorlarmis, o nedenle sise suyu alirken bile kapagini iyi kontrol etmenizde fayda var. Fakirlik dizboyu olunca insanlar basit hesaplara basvuruyor dogal olarak.
Mumbai trafigi ile unlu bir sehir. Gecenin gec saatlerinde bile trafik sizi bekliyor. Bu trafikle bogusurken yapacaginiz en guzel sey sakin olmak ve cevrenizi seyretmek. Bu noktada hem ucuz olan , hem de hava almaniza yarayacak olan RIKSHA`lari tavsiye edebilirim. Fakat okudugum bir bilgiye gore Mumbai`nin havasi oldukca kirli olduguna gore riksha ile seyahat ederken keyif alabileceginizi pek sanmiyorum:)
Taksiler konusunda dikkat etmeniz gereken bir diger nokta su; eger taksi klimali ise fiyati daha yuksek olacaktir, bunu unutmayin ve gereksiz stres olmayin. Yuksek fiyat ceken bir klimali araca dogal olarak eyvallah demeniz gerekecek. Dusunsenize Istanbul`da sicaklik 10 derece iken 32 derece bir sehirde geziyorsaniz, klima ihtiyaciniz olacaktir.
Mumbai`de ortalama isci maasi 60-100 dolar arasinda degisiyor, bu ne demek? Yani 100 dolar ile 30 gun gecinmek mumkun demek. Hayat cok ucuz ama nerede neyi alabilecegini bilenlere, diger turlu yiyeceginiz kaziklar uzun muddet aklinizdan cikmayacaktir.
Hindistan`in bu kadar fakir olmasinin nedeni ne olabilir diye bircok kisiye sordum, genelde aldigim cevaplar ayniydi, hepsi de Ingiliz yonetimi sirasinda ulkenin butun servetinin kurutuldugu ve Ingilizlerin alacaklari fazla birsey kalmadigini anlayinca kendi keyifleriyle bu ulkeyi terkettikleri anlatiliyordu. Su Ingilizler gercekten de akilli millet denebilir mi bilemiyorum, ama arkalarinda cok AAH aldiklarina eminim.
Su sokaklarda yatan Hintlileri gorunce ve tarihin bir doneminde zenginligiyle unlu olan Hindistan`i gorunce galiba Ingiltere`nin servetinin nereden geldigini anlamak cok zor olmayacaktir.
Mumbai`nin kisa donemde altyapisinin cozulebilecegini sanmiyorum cunku Istanbul gibi buyuk bir sehir ve altyapisi da yok denebilir. Hatta bircok yonden Istanbul oradan kat be kat daha iyi seviyede diyebilirim.
Hindistan Parlementosu 550 kisiden olusuyor.Hintli birkac arkadasimin anlattigi; ulkede rusvetin dizboyu oldugu ve yuksek kademelerdeki memurlarin ceplerini doldurmaktan vakit bulamamalari sebebiyle halkin biraz zor rahata erebilecegi gercegi beynimde, cok iyi bildigim biryerleri animsatmisti.
Hindistan ozkulturunu kaybetmeyen nadir ulkelerden birisi olmasi asabiyle turistlerin daima ilgisini ceken bir ulke. Dusunsenize Avrupalilar bizim bu kadar alin bizi diye yalvarmamiza ragmen ha bire birseyler onumuze sunmaya devam ederken, bizden standartlari cok iyi olmayan Hindistan`i turizm olarak bizden neden daha cok seciyor olabilirler? Dusunun bakalim.
Saygilar.

30.07.2002

Singapur Ve Sigara Sorunu – Singapur

Singapur’da sigara fiyatları havaalanındaki tax free kısmında çok ucuzdur. Ülkede ise fiyatlar oldukça pahalıdır. Bu nedenle seyahatimiz sırasında yanımda sigaralarım ve purolarımı eksiksiz olarak hazırlamıştım.

Havalaanına indikten ve vize işlemlerini itirdikten sonra bavullarımızı alıp son polis kontrol noktasına geldik. Bavulları tek tek kontrol ettiler ve benim bavulda sigara olduğundan açmam istendi. Açtım bavulu ve 9 paket sigaramı tek tek çıkardı polis ve gümrük işlemleri yaptırmam gerektiğini söyledi.

Aldım sigaralarımı ve gümrük kısmına gittim, burada her bir sigara paketi için 4 singapur doları yani 3 dolar gibi ilginç bir vergi ödememi istediler, sinirlendim ve alın sigaralar sizin olsun ben bu vergiyi ödemem dedim. O zaman isterseniz sigaralarınızı emanete koyalım ve çıkışta alın dediler ve Singapur dönüşünde bu sigaraları gümrükten nasıl alacağımı da anlattılar.

Singapur’dan dönerken dedikleri noktadan gidip sigaralarımı teslim aldım.

Singapur’da özgürlükler bazı noktalarda geçerli değil, insanın sigara içme özgürlüğüne bile karışılıyor. Siz siz olun ve Singapur’a giderken sigara kanununa göre yanınızda paket taşıyın.

17.10.2004

Singapur – Singapur

Singapur diyebilirim ki su ana kadar seyahat ettigim ulkeler icinde beni en cok etkileyenlerden birisidir. O kendine has sevimliligi, temisligi, metropolitan havasi, alisveris cenneti olmasi, karisik kulturlerin birarada kardesce yasamasi gibi guzellikleri ile insani kendine cezbeden bir ulke Singapur.3,5 milyon nufusu ile oldukca kucuk olmasina ragmen limaninin islekligi ile oldukca popular bir ulke olmus yuzyillarca.

Singapur`da daha havaalanina indiginizde duzen ve temizlik dikkatinizi cekecektir. 2 bolumden olusan Changi havaalani dunyanin en buyuk havaalanlarindan birisidir. Singapur`un dunyaca unlu havayolu sirketi Sinagapur Havayollarinin da merkezidir burasi. Havaalani o kadar buyuk ki, bir seyahatimde A Terminalinden B terminaline tam 20 dakika yurumustum.

Singapur havaalanina 20 dakika mesafede ve her yer yemyesil. Tropikal iklimin her turlu guzelligi burada. Insan kendini cennette sanabiliyor bu guzellikler karsisinda. En buyuk Cadde Orchard Cadesi. Orchard orkide anlamina geliyor ve orkide Singapur`un simgesi. Cadde boyunca dunyanin unlu markalari ve her turlu alisverisinizi yapabileceginiz merkezler mevcut.

Burada temizlik her seyden onemli ve bu konuda cok ciddi dikkat ediliyor kurallara..yerlere tukurmek yasak. Sigara icmek belli noktalar disinda yasak. Caddelerde bile sadece belli noktalarda oturup sigara icilebiliyor. Amac izmaritin bile kirletmesini engellemek.. Sakiz tum Singapur`da bu yuzden yasak..Isin ilginc tarafi orada canim sakiz cekti ve marketlere baktigimda son anda hatirladim oyle bir kuralin oldugunu.

Yemek konusunda rahatlikla aradiginiz tadi bulacaginiza guvenebilirsiniz. Hatta 3 sene once acilan Turk lokantasi illede Turk yemegi yemek isteyenlere Lahmacun, doner ve Maras dondurmasi sunmakta. Muslumanlar icin cogu yerde HELAL levhasi gorebileceginiz urun ve lokantalara gonul rahatligiyla gidebilirsiniz. Marketlerde satilan cipslerde bile bu HELAL damgasi varsa rahatlikla yenebilir. Et urunleri bu damgayi tasiyorsa kesinlikle devlet kontrolunde islami usullerle kesilmistir. Guvenebilirsiniz..Singapur`da insanlarin inanclarina saygiya sasacaksiniz.

Alisveris icin ideal bir ulke olan Singapur`da bircok urunu tek bir yerden almak isterseniz eger size tavsiyem MUSTAFA CENTRE olacaktir.Bu mukemmel magazada elektronikten oyuncaga herseyi bulmaniz mumkun. Fiyatlarda epey uygun, dolastiginiza degmez dukkan dukkan:))) Taksicilerin hepsi bilir Mustafa Centre deyince….

Nufusun cogunu Cinliler olusturuyor, sonra Malaylar ve ardindan da Hintliler geliyor.Ulkede bu kulturlerin kendi mahalleleri var ve kesinlikle ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Little India, China Town ve Arap Mahallesi o ulkelere gitmissiniz hissini verecektir size. Hatta tapinaklarini da ziyaret edin ozellikle.Cok degisik bir dunyaya gideceksiniz inanin.

Singapur`a milletin akin akin yerlesme istegini engellemek icin cok sert kurallar alinmis durumda. Oturum almak epey zor. Nufusun anormal artmamasi icin gerekli her sart konulmus. Turkler icin vize gerekmiyor .15 gunluk vize aliyorsunuz havaalaninda.


Seyahat Tavsiyesi:
Singapur Havayollariyla Ucuyorsaniz eger bu havayolunun sundugu cok guzel bir imkan var. STOP-OVER denilen bu sistemle Singapur`a transit veya kalmak icin gidiyorsaniz, 5 yildizli otellerde sadece yari fiyatina kalabiliyorsunuz Su anda bunun devam edip etmedigini Havayollarini arayarak ogrenebilirsiniz.

27.01.2004

MOSKOVA – Rusya

Moskova, Rusya`nin baskenti ve Avrupa`nin en büyük kentlerinden biridir. 850 yil önce, Prens Yuri Vladimirovich Dolgoruky tarafindan kuruldugu kabul edilir. Moskva Nehri kenarina kurulan bu ahsap kasaba, gittikce gelismeye baslar, kasaba etrafina set çekilerek dusmanlara karsi korunma saglanir.

Daha sonralari ticaret yolu uzerinde olmasi sayesinde ufak kasaba, gelismesini devam ettirir, Mogol saldirisi sirasinda ele geçen kent, Dmitry Donskoy 13.cü yüzyılda Moğollara karşı ilk başarıyı elde eder ve daha sonra 3.cü İVAN, kenti taş duvarlarla sağlamlaştırır. Diğer yakın kabileleri de kendi etrafında birleştirir. Bugün Kremlin Meydanı’nın olduğu bölge 15.ci yüzyılda şekillenmeye başlar. Şehir gelişmesini sürdürürken, duvarlar da genişletilmeye devam eder. Tatar saldırılarına karşı özellikle güvenliğe önem verilir.
Çar adı verilen yöneticiler tarafından yönetilen Rusya, komşusu Osmanlı ile de uzun bir dönem savaşlar yapmış ve doğu cephesinde özellikle birçok şehit vermemize neden olmuştur.

1917 yılında yönetimi ele geçiren Bolşevikler ihtilal yaparak Komunizmi getirmiş ve Çarlık sistemine son vermişlerdir. Ruslar bu ihtilale Yahudi İhtilali adını verirler çünkü bu ihtilali yapan 20.000 kişinin çoğu Yahudi azınlıktan oluşmaktaydı….

Moskova’ya Ekim 2002’de ilk seyahatimi yapma şansım oldu. İstanbul’dan kalkan charter uçak iki buçuk saat sonra Moskova’ya ulaştı. Demodedova Havaalanı’na inen uçaktan inerken, 2 derecelik hava sıcaklığı insanın kemiklerine işliyordu.

Moskova’da 6 havaalanı var, bu yüzden varış havaalanınızı iyi öğrenmenizde fayda var. Havaalanında vize işlemleri sırasında Türk vatandaşları özellikle kenara alınıp, pasaportları alınıp 10-15 dakika bekletiliyorlar..

İşlemler bitip taksiye bindiğimizde, dışarda lapa lapa kar yağıyordu ve taksicinin söylediğine göre, bu mevsim için çok normal olmayan bir durumdu bu. Gazetelerde yazanlara göre de Moskova’da soğuktan 20’ye yakın kişi donarak ölmüştü bu hafta içerisinde…..

Taksi ile bir saate yakın süren seyahat sonrası, Moskova Otel’e geldik. Burası Moskova’nın eski otellerinden birisi ve Kremlin Sarayı’nın hemen yanıbaşında. Fiyatları 3 yıldız bir otele göre oldukça pahalı sayılır çünkü gecesi 100 dolar civarı…Tek iyi tarafı, şehir merkezinde oluşu ve temizliği….

Moskova, benim için Kremlin demekti bugüne kadar, fotoğraf karelerinden aklımda kalan o 1001 Gece Masalları stilindeki binayı görmeden Moskova’dan gitsem, gözüm açık kalırdı doğal olarak ve boşluk yakaladığım ilk anda bu tarigi binaya koştum…Koştum koşmasına ama gözümde canlandırdığım o dev bina yerine küçük bir bina çıkınca hayallerimim yıkıldı…

Kremlin Sarayı ile alakalı bazı noktaları yeniden gözden geçirmemiz lazım, öncelikle o fotoğraflardaki güzel ve sevimli bina bir KİLİSE. “Saint Basil” adındaki bu Ortodoks Katedral, Korkunç İvan tarafından, Kazan ve Astrahan zaferleri hatırasına yaptırılmış ve İSLAM’A KARŞI BAŞARININ SEMBOLU olarak 1553 yılında inşasına başlanmış ve 1560 yılında bitirilmiştir. Binanın dizaynını Barma ve Posnik adlarında iki Rus mimar yapmış ve bir İtalyan mimar bu projeyi tamamlamıştır. Anlatılanlara göre, Çar , katedral inşaatı sonrasında Italyan Mimara, bu binadan daha mükemmelini yapabilir misin? Diye sormuş, aldığı cevap “evet” olunca da, bir daha böyle mükemmel bir bina yapamasın diye gözlerini oydurarak kör etmiştir…..

St. Basil kimdir? Diye sorulabilir… 15.ci yüzyılda, Rusya’da, derviş diyebileceğimiz insanlar çok değer görmekteydi. St. Basil sokaklarda peşmurde dolaşan ve kendini “İsa Aşkıyla delirmiş biri” olarak tanıtan bir zattı. Öldüğü zaman, bu katedrale onun adının verilmesine karar verilmiştir.

Katedral, 8 kuleden oluşmakta.Rus Ortodoks inancında, kilisede oturmak yasak sayıldığı için, dua edenler bölüm bölüm dolaşarak ayakta dualarını ediyorlar. Kilisede en çok ilgimi çeken bu nokta oldu, çünkü ben kocaman bir alan bekliyordum.

St Basil Katedrali, diyebiliriz ki Moskova’nın en sevimli ve ilginç binasıdır. Kremlin Sarayının ucunda inşa edilmiştir. Kremlin sarayı yüksek duvarlarla kaplı ve ağırlık olarak kırmızı rengin kullanıldığı bir bina…

Lenin 1924 yılında öldüğünde, cesedi mumyalanarak, Kremlin Sarayında özel bir bölüme konularak , halkın onu görmesi sağlanmış ve bugün hemen Kızıl Meydan’da, LENIN yazan bölümde müzesi mevcut, dileyenler uğrayabilir, ben gidemedim çünkü hergün açık değil dediler.

Kremlin Meydanı’nda , Lenin Müzesi karşısında kocaman bir bina dikkatinizi çekecektir hemen. Bu bina içerisinde çok modern dükkanların olduğu, kozmopolitan bir yer. İşin ilginç tarafı, binayı geçen yüzyılda, Türk ve İtalyan işadamları ortaklaşa yapıp, Ruslara kiralamışlar.

Kızıl Meydan’ı bir kenara bırakıp dolaşırken sokaklarda, PUŞKİN Heykeline geliverdim. Puşkin Rusy için çok önemli bir insan ve hikayesi de oldukça ilginç. Etyopya Kralı tarafından geçen yüzyılda, Rus Çarına hediye olarak gönderilen bir zenci çocuktur Puşkin. Değişik sevimliliği ve zekası sayesinde, Çarın dikkatini çeken bu çocuğa, Beyefendilik ünvanı verilir ve bu sayede Puşkin, Sarayda yerini sağlamlaştırır. Daha sonra bugünkü Rus alfabesini ve dilini şekillendiren çalışmalarıyla, modern Rusçanın temellerini atmış olur. Bugün, yaşadığı konak halen bir müze olarak kullanılıyor, ama sponsor bulunamadığı için henüz açık değilmiş…. Sponsor bulunursa, müze açılacak dediler.

Moskova trafiği, İstanbul trafiğini hiç aratmadığı için, hiç zorluk çekmedim orada. Bizden farkı olmayan bir karmaşa orada da mevcut.

Moskova’da, taksi sistemi farklı, normal taksiler haricinde cadde ve sokaklarda binlerce kaçak taksi mevcut ve halk genelde bunları tercih ediyor. Şahsen biz bunlara fazla binmedik ama söylenen şu ki, ucuz yolculuk istiyorsanız ki Rusya çok pahalı biliyorsunuz, bu taksilere binmenizde fayda var. Caddede baktığım zaman, birçok kişinin sadece el işaretiyle bu tip taksileri durdurup bindiğine şahit oldum. Bu arada, kaçak taksinize binmeden önce kesinlikle gideceğiniz yere kaç rubleye gideceklerini sorup, pazarlık yapmayı unutmayın.

Moskova’da çok Türk firması var. Mesela MİGROS RAMSTORE birkaç yerde dikkatimi çekti. Heryerde Türk inşaat firmaları ve yaptıkları çalışmaları görülmekte. Yol inşatlarını da biz yapıyoruz. Birçok Türk vatandaşımız da bu yüzden Rusya’da yaşamaktalar.

Kahvaltıda, bizim su böreği ile aynı olan ve adına AÇMA denilen börekten yemenizi tavsiye ederim. Beyaz peynir yerine, kaşar peynir konularak yapılan bu börek, Gürcistan stili imiş, bunu da sorup öğrenmiş oldum.

Yemeklerde fazla zorluk çekeceğinizi sanmıyorum, lokantalarda domuz eti olmayan yemeklerin birçoğu, bildiğimiz yemeklerden çünkü.

Rusya, Perestroyka sonrasında, kendini bulmaya çalışan bir ülke havasında geldi bana. Konuştuğum birkaç Rus, KGB’nin çok cidi bir şekilde yeniden canlanmaya başladığından bahsettiler. Düşüncelerine göre, komünizm tekrar canlandırılmaya çalışılıyor saman altından. Bunun faydası mı olur zararı mı , bilemiyorum tabii ki, bu sadece duyduklarım…

Dönüş yolculuğu için havalanına geldiğimizde, vize işlemleri sırasında polis ne kadar dolar var dedi? Cüzdanımda ne kadar olduğunu söyledim ve bakayım dedi..Tüm cüzdanı sağolsun inceledi ve tatmin olmadığı belli ki, bir bölüme alıp orada da tüm elbise ceplerimi aradı. Sorunu neydi bilemiyorum ama çıkışlarda ben değil sadece, birçok kişiye bu işkence yapılıyor. Benden önce sırada olan ihtiyar Rus yolcu, benden daha fazla arandı… Size tavsiyem, Rusya’ya grişte doldurduğunuz ve üzerinizdeki döviz miktarını yazan dokumanı dikkatli doldurmanız, çünkü çıkarken para kontrolu yapılırken bu dokuman baz alınıyor. Diyelim 500 dolar yazdınız ve çıkarken cüzdanınızda 600 dolar var, bu yüzden sorguya alınabiliyorsunuz… Burası Rusya!!! Acaba biz de Rus turistlere bu şekilde mi davranmalıyız? Ne dersiniz aslında mantıklı değil mi? Onlar bize sorabiliyorsa bu parayı nasıl kazandın diye? Biz niye sormuyoruz?

Arada olan bazı olumsuzluklara rağmen, Rusya ilginç bir ülke ve bugüne kadar neden daha önce gitmedim diye kızdım kendi kendime…Giderseniz, Kremlin Meydanı’na selamlar!!!!!

17.10.2002

Moskova – Rusya

Moskova, Rusya`nin baskenti ve Avrupa`nin en büyük kentlerinden biridir. 850 yil önce, Prens Yuri Vladimirovich Dolgoruky tarafindan kuruldugu kabul edilir. Moskva Nehri kenarina kurulan bu ahsap kasaba, gittikce gelismeye baslar, kasaba etrafina set çekilerek dusmanlara karsi korunma saglanir.

Daha sonralari ticaret yolu uzerinde olmasi sayesinde ufak kasaba, gelismesini devam ettirir, Mogol saldirisi sirasinda ele geçen kent, Dmitry Donskoy 13.cü yüzyılda Moğollara karşı ilk başarıyı elde eder ve daha sonra 3.cü İVAN, kenti taş duvarlarla sağlamlaştırır. Diğer yakın kabileleri de kendi etrafında birleştirir. Bugün Kremlin Meydanı’nın olduğu bölge 15.ci yüzyılda şekillenmeye başlar. Şehir gelişmesini sürdürürken, duvarlar da genişletilmeye devam eder. Tatar saldırılarına karşı özellikle güvenliğe önem verilir.
Çar adı verilen yöneticiler tarafından yönetilen Rusya, komşusu Osmanlı ile de uzun bir dönem savaşlar yapmış ve doğu cephesinde özellikle birçok şehit vermemize neden olmuştur.

1917 yılında yönetimi ele geçiren Bolşevikler ihtilal yaparak Komunizmi getirmiş ve Çarlık sistemine son vermişlerdir. Ruslar bu ihtilale Yahudi İhtilali adını verirler çünkü bu ihtilali yapan 20.000 kişinin çoğu Yahudi azınlıktan oluşmaktaydı….

Moskova’ya Ekim 2002’de ilk seyahatimi yapma şansım oldu. İstanbul’dan kalkan charter uçak iki buçuk saat sonra Moskova’ya ulaştı. Demodedova Havaalanı’na inen uçaktan inerken, 2 derecelik hava sıcaklığı insanın kemiklerine işliyordu.

Moskova’da 6 havaalanı var, bu yüzden varış havaalanınızı iyi öğrenmenizde fayda var. Havaalanında vize işlemleri sırasında Türk vatandaşları özellikle kenara alınıp, pasaportları alınıp 10-15 dakika bekletiliyorlar..

İşlemler bitip taksiye bindiğimizde, dışarda lapa lapa kar yağıyordu ve taksicinin söylediğine göre, bu mevsim için çok normal olmayan bir durumdu bu. Gazetelerde yazanlara göre de Moskova’da soğuktan 20’ye yakın kişi donarak ölmüştü bu hafta içerisinde…..

Taksi ile bir saate yakın süren seyahat sonrası, Moskova Otel’e geldik. Burası Moskova’nın eski otellerinden birisi ve Kremlin Sarayı’nın hemen yanıbaşında. Fiyatları 3 yıldız bir otele göre oldukça pahalı sayılır çünkü gecesi 100 dolar civarı…Tek iyi tarafı, şehir merkezinde oluşu ve temizliği….

Moskova, benim için Kremlin demekti bugüne kadar, fotoğraf karelerinden aklımda kalan o 1001 Gece Masalları stilindeki binayı görmeden Moskova’dan gitsem, gözüm açık kalırdı doğal olarak ve boşluk yakaladığım ilk anda bu tarigi binaya koştum…Koştum koşmasına ama gözümde canlandırdığım o dev bina yerine küçük bir bina çıkınca hayallerimim yıkıldı…

Kremlin Sarayı ile alakalı bazı noktaları yeniden gözden geçirmemiz lazım, öncelikle o fotoğraflardaki güzel ve sevimli bina bir KİLİSE. “Saint Basil” adındaki bu Ortodoks Katedral, Korkunç İvan tarafından, Kazan ve Astrahan zaferleri hatırasına yaptırılmış ve İSLAM’A KARŞI BAŞARININ SEMBOLU olarak 1553 yılında inşasına başlanmış ve 1560 yılında bitirilmiştir. Binanın dizaynını Barma ve Posnik adlarında iki Rus mimar yapmış ve bir İtalyan mimar bu projeyi tamamlamıştır. Anlatılanlara göre, Çar , katedral inşaatı sonrasında Italyan Mimara, bu binadan daha mükemmelini yapabilir misin? Diye sormuş, aldığı cevap “evet” olunca da, bir daha böyle mükemmel bir bina yapamasın diye gözlerini oydurarak kör etmiştir…..

St. Basil kimdir? Diye sorulabilir… 15.ci yüzyılda, Rusya’da, derviş diyebileceğimiz insanlar çok değer görmekteydi. St. Basil sokaklarda peşmurde dolaşan ve kendini “İsa Aşkıyla delirmiş biri” olarak tanıtan bir zattı. Öldüğü zaman, bu katedrale onun adının verilmesine karar verilmiştir.

Katedral, 8 kuleden oluşmakta.Rus Ortodoks inancında, kilisede oturmak yasak sayıldığı için, dua edenler bölüm bölüm dolaşarak ayakta dualarını ediyorlar. Kilisede en çok ilgimi çeken bu nokta oldu, çünkü ben kocaman bir alan bekliyordum.

St Basil Katedrali, diyebiliriz ki Moskova’nın en sevimli ve ilginç binasıdır. Kremlin Sarayının ucunda inşa edilmiştir. Kremlin sarayı yüksek duvarlarla kaplı ve ağırlık olarak kırmızı rengin kullanıldığı bir bina…

Lenin 1924 yılında öldüğünde, cesedi mumyalanarak, Kremlin Sarayında özel bir bölüme konularak , halkın onu görmesi sağlanmış ve bugün hemen Kızıl Meydan’da, LENIN yazan bölümde müzesi mevcut, dileyenler uğrayabilir, ben gidemedim çünkü hergün açık değil dediler.

Kremlin Meydanı’nda , Lenin Müzesi karşısında kocaman bir bina dikkatinizi çekecektir hemen. Bu bina içerisinde çok modern dükkanların olduğu, kozmopolitan bir yer. İşin ilginç tarafı, binayı geçen yüzyılda, Türk ve İtalyan işadamları ortaklaşa yapıp, Ruslara kiralamışlar.

Kızıl Meydan’ı bir kenara bırakıp dolaşırken sokaklarda, PUŞKİN Heykeline geliverdim. Puşkin Rusy için çok önemli bir insan ve hikayesi de oldukça ilginç. Etyopya Kralı tarafından geçen yüzyılda, Rus Çarına hediye olarak gönderilen bir zenci çocuktur Puşkin. Değişik sevimliliği ve zekası sayesinde, Çarın dikkatini çeken bu çocuğa, Beyefendilik ünvanı verilir ve bu sayede Puşkin, Sarayda yerini sağlamlaştırır. Daha sonra bugünkü Rus alfabesini ve dilini şekillendiren çalışmalarıyla, modern Rusçanın temellerini atmış olur. Bugün, yaşadığı konak halen bir müze olarak kullanılıyor, ama sponsor bulunamadığı için henüz açık değilmiş…. Sponsor bulunursa, müze açılacak dediler.

Moskova trafiği, İstanbul trafiğini hiç aratmadığı için, hiç zorluk çekmedim orada. Bizden farkı olmayan bir karmaşa orada da mevcut.

Moskova’da, taksi sistemi farklı, normal taksiler haricinde cadde ve sokaklarda binlerce kaçak taksi mevcut ve halk genelde bunları tercih ediyor. Şahsen biz bunlara fazla binmedik ama söylenen şu ki, ucuz yolculuk istiyorsanız ki Rusya çok pahalı biliyorsunuz, bu taksilere binmenizde fayda var. Caddede baktığım zaman, birçok kişinin sadece el işaretiyle bu tip taksileri durdurup bindiğine şahit oldum. Bu arada, kaçak taksinize binmeden önce kesinlikle gideceğiniz yere kaç rubleye gideceklerini sorup, pazarlık yapmayı unutmayın.

Moskova’da çok Türk firması var. Mesela MİGROS RAMSTORE birkaç yerde dikkatimi çekti. Heryerde Türk inşaat firmaları ve yaptıkları çalışmaları görülmekte. Yol inşatlarını da biz yapıyoruz. Birçok Türk vatandaşımız da bu yüzden Rusya’da yaşamaktalar.

Kahvaltıda, bizim su böreği ile aynı olan ve adına AÇMA denilen börekten yemenizi tavsiye ederim. Beyaz peynir yerine, kaşar peynir konularak yapılan bu börek, Gürcistan stili imiş, bunu da sorup öğrenmiş oldum.

Yemeklerde fazla zorluk çekeceğinizi sanmıyorum, lokantalarda domuz eti olmayan yemeklerin birçoğu, bildiğimiz yemeklerden çünkü.

Rusya, Perestroyka sonrasında, kendini bulmaya çalışan bir ülke havasında geldi bana. Konuştuğum birkaç Rus, KGB’nin çok cidi bir şekilde yeniden canlanmaya başladığından bahsettiler. Düşüncelerine göre, komünizm tekrar canlandırılmaya çalışılıyor saman altından. Bunun faydası mı olur zararı mı , bilemiyorum tabii ki, bu sadece duyduklarım…

Dönüş yolculuğu için havalanına geldiğimizde, vize işlemleri sırasında polis ne kadar dolar var dedi? Cüzdanımda ne kadar olduğunu söyledim ve bakayım dedi..Tüm cüzdanı sağolsun inceledi ve tatmin olmadığı belli ki, bir bölüme alıp orada da tüm elbise ceplerimi aradı. Sorunu neydi bilemiyorum ama çıkışlarda ben değil sadece, birçok kişiye bu işkence yapılıyor. Benden önce sırada olan ihtiyar Rus yolcu, benden daha fazla arandı… Size tavsiyem, Rusya’ya grişte doldurduğunuz ve üzerinizdeki döviz miktarını yazan dokumanı dikkatli doldurmanız, çünkü çıkarken para kontrolu yapılırken bu dokuman baz alınıyor. Diyelim 500 dolar yazdınız ve çıkarken cüzdanınızda 600 dolar var, bu yüzden sorguya alınabiliyorsunuz… Burası Rusya!!! Acaba biz de Rus turistlere bu şekilde mi davranmalıyız? Ne dersiniz aslında mantıklı değil mi? Onlar bize sorabiliyorsa bu parayı nasıl kazandın diye? Biz niye sormuyoruz?

Arada olan bazı olumsuzluklara rağmen, Rusya ilginç bir ülke ve bugüne kadar neden daha önce gitmedim diye kızdım kendi kendime…Giderseniz, Kremlin Meydanı’na selamlar!!!!!

17.10.2002

Rusya – Rusya

Bütün gezi meraklılarına selamlar !
Bir Pazar sabahı Rusya’nın sağlı-sollu ağaçlık olan uzun otobanlarından birini hatırladım tüm sessizliği ve güzel doğasıyla. Hemen başlıyorum. Rusya’dan dönmeye hazırlanıyorduk eşimle birlikte. Arabamızı tıka-basa doldurduk – büyük parçalar hariç-. O kadar ki stepne gerektiğinde çıkarmak mümkün olmaz gibi görünüyordu. Hatırlayabildiğim bütün ayrıntıları yazacağım. O yüzden yazı uzun olabilir. Arabanın sağ ön tekerleği biraz korkutuyordu bizi ama Allah’a sükür o tekere birşey olmadı. Önümüzde tam 2300 kilometrelik bilmediğimiz bir yol ve ertesi gün yetişmemiz gereken Sochi-Trabzon gemisi vardı. Aslında Rostov’dan da gemi gidiyordu fakat Sochi şehrindeki kadar sık olmadığından tercih etmedim. Yola çıkmadan önce Sergey adında bir tanıdığımdan yolla ilgili gerekli bilgileri aldım. Çok önemli şeyler söyledi : Haritada kısa görünen bir yol vardı mesela ( 150 km daha kisa ) , o yolun tamir altında olduğunu ve 600 km boyunca ortalama en fazla 60 km hızla gidebileceğimi söyledi. Devamında bana M7 ( Moskova 7 anlamında ) ve Moskova’nin etrafındaki 3. çember yoldan kavis yapıp M4’e geçmemi tavsiye etti.
Yola çıktık. İlk basta 90’dan yukarı çıkmıyordum araba dolu diye. 1545 kilo arabanın kendi ğırlığı, e bir de eşyalar olunca kalkması ve durması uzayarak oluyordu. Sonradan yolların düz olduğunu gördükçe bu rakam 150 km/s lerde seyretmeye basladı. M7 üzerinde ilerlemeye basladık. Nijniy Novgorod ( yani Gorki ) sehrini geçtikten sonra yolda bakım-onarım çalışmalarıyla karşılastık ve bu çalısmalar 100 km kadar devam etti. Gece 2 filandı. Moskova’ya yaklastıkça heyecanımız artıyordu, çünkü 3. çember yol eski bir yoldu ve farketmezsek çok uzun yollar gitmemiz gerekebilirdi. Unutmadan, gece yarısı tamiratın bittiği yerde polis durdurdu ve Rusya’da hiç rastlamadığım türden gerçek bir centilmen polisle karşılaştım. Bizim durduğumuzu görünce Rusça ‘ Aman tanrım, devam edin, devam edin’ dedi. Durdurduğuna pisman olmuş bir hali vardı aileyiz diye. Tabii ki mutluluk verici bir andı. Biraz ileride direksiyona esim geçti, amacimiz hiç durmadan varacağimiz noktaya varmaktı. Rusya yollarında durmanın sonucunun ne olacağı belli olmaz. Moskova’ya kadar 300 km’den fazla virajsız bir otobanda gittik. Eşim bana hizlı gittiğimi söylüyordu az evvel, fakat ben hiç 190’a çıkmamıştım. Sportif C serisi bir Mercedes solumuzdan geçtikten 2 sn. sonra sadece ufukta arka lambalarını görebildik. Çok sıkı polis kontrolü olduğundan millet 90’ı geçmiyordu. Bu Mercedesli iri yari adamı ileride polislerin yanında gördük sonradan. O hızla geçtik tabi. Camına bir sprey sıktığını farkettim. Tahmin edebileceğiniz gibi bize yeniden yetişti ve geçti. Gece 3 gibiydi. 3. çember yol olması ihtimali olan bir yerde durup polise yolu sormak istedik. Sehirlerarasi yola kırmızı ışık koymuşlar ve ışığı geçip sağda durmuşuz. Polis tutturdu eşinin ehliyetini alıcam diye. Çok zor ikna ettim. Merak edenlere nasıl ikna ettiğimi anlatabilirim. Hemen oradan sola ayrıldık. Bu yol çok insiz. Ormanın içinden gidiyor. Zaman zaman sis var. Amerikanların korkutma filmlerindeki gibi. Still I know what you did last summer’in sahnelerine benziyor. İşin ilginci benzinimiz de en fazla 100 kmlik var. Bu orman yolun sonuna doğru hala sasırdığımız, sislerin arasından beliren bildiğimiz türden modern BP benzin istasyonuyla karşılastık ve 2300 km boyunca arabamızın ihtiyacı olan kurşunsuz süper benzini bulabildiğimiz tek nokta burası oldu. Kalanında hep 95 oktanlı normal benzin aldık. Gün ışımaya baslamıştı. İşte geldik kesisme noktasına.( M7 x M 4 ) .Polisler belgelerimizi yeniden kontrol ettiler. Artık 1800 km. yolumuz kalmıştı. Yolun bu kısmında 34 plakalı tırlarla, Türk tırları için dinlenme alanlarıyla karşılastık. Türk tırlarını görünce tabii ki çok sevindik ve asıldık kornaya, onlardan da karşılık geldi. İlerledikçe Rusya’nın ünlü soğuk ikliminden uzaklaşıyorduk. Lada Samara’nın biriyle uzun süre birbirimizi geçip durduk, yol eğlencesi oldu. Yol boyunca başımıza gelen kötü olaylardan birincisine dogru yaklaşıyorduk. Evet tamiratta olan bir yol ve hiz sınırı 50 km/s. Kurallara uyuyoruz ama karşıdan gelen bir Jiguli kurallara uymuyor. Sonuç : yanımızdan hızla geçtiği için yoldaki taslar ön camda kursun etkisi yapıyor. Ön camda bir yuvarlak. Gürültü eşimi uyandırıyor. Dönüp adamın peşine düşmektense yola devam ediyoruz. Zaten paraları yoktur bu heriflerin, uğraşmak sadece vakit kaybı. M4 gerçekten güzel bir yol. Türkiye’de anladığımız ölçülere yakın bir otoban. Karadeniz sahillerine kadar aynı otobanda 1500 km yol gittik. Ağaçların insan psikolojisi üzerinde çok etkili, çok rahatlatıcı olduğunu bir kere daha anlamış olduk. Yolun kenarı sıra sıra ağaçlarla doluydu. Yolda kiraz satanlardan kiraz aldık. Yolun en zor kısmı 1500 km nin bitiminde başlayacaktı Sergey’in anlattığına göre. Arabayi eşime vermememi, benim kullanmamı önermişti. Vardığımızda sebebini anladık : Arada bir karadenizin kıyısına insek de yol sürekli virajlıydı. Türkiye’de Trabzon’a yakın bir mevkide 26 km’lik virajlı yol vardır. Gidenler bilir. Aynı yolun 300 km’lik olanını düşünün. Neyse ki asfaltı kaliteli yapmışlar ve yolu geniş tutmuşlardı Ruslar, ki yine hayrete düştük. Ekolojik dengeyi korumak için ellerinden geleni yapmışlar Ruslar. Artık yol sık bir ormanın içinden gidiyordu. Hava tertemiz, heryer pırıl pırıl. Tatil şehirlerinin içine girip çıkıyorduk. Akula Parklar vs.ler. Gece olduğu için çok fazla arabayla kaşılaşmadık. 100. kilometreden sonra gözlerim ağırlaştı, arabayı eşime devretmek zorunda kaldım. Ben uyurken yine içi serseri dolu bizim Türkiye’deki “ doganli gençler “ e benzer sehir magandaları esimi korkutmaya kalkmışlar. Arabanın önüne geçmeler filan. Gözlerine dikilmiş uzun ışıklar ve korna seslerinden sonra kaçıp gitmişler. Ve ben onca gürültüye rağmen uyuyorum. Virajlar bitmek bilmiyor. Sabrımız tükenmek üzereyken Sochi’ye varıyoruz.Gece 3.00. Arabayı uygun biryere park ettik ve sabaha kadar uyuduk. Gündüz biletlerimizi ayarladıktan sonra şehri gezmeye çalışırken arka teker ISKI’nin açığı kuyulardan birine ( ! ) girip çıktı. Lastik patladı. Sehir içi olduğu için stepneyi çıkarmak yerine arabayı krikoyla yükselttim ve bir taksiyle tekeri tamirciye götürüp yaptırdım. Japonların çabuk kaynayan iyi bir yamasıydı. Bu sorunumuzu da hallettikten sonra depoyu son bir kez Rusya fiyatlarıyla fulledik ( Türkiye’deki benzin fiyatinin 1/4 ü). Bineceğimiz gemi de meğer şu kaçırılan AVRASYA feribotuymuş. Kaptanımız genç ve kibar bir beyefendiydi. Nereli olduğumuzu anlamamışolacak ki “Türk müsünüz ? “ diye sordu. Sevinçle “ evet “ dedik. Sonrasında oldukça iyi bir ilgiyle karşılaştık ve geminin en iyi kamaralardından birine bizi yerleştik. Ertesi sabah ver elini Türkiye. . .
Esen kalın.

30.07.2002

Cebu – Filipinler

Cebu adasi Filipinler`in kuzey bolumunde olan kucuk bir adadir. Adanin bu kadar unlu olmasindaki neden hic suphesiz unlu denizci Magellan`in burada oldurulmesidir. Cebu adasinin en onemli ozelligi bence bu olmali.
15.ci yuzyilda Magellan, Ispanya`dan ciktigi yola, batiya dogru devam ederek Guney Amerika`ya ulasir. Burada bir muddet kaldiktan sonra tekrar batiya acilmaya karar verir. Yanindaki 300 civarindaki askeriyle beraber hem Ispanya`nin emperyalizm hayaline hizmet eder, hem de hristiyanligin tum dunyaya yaziylmasi icin caba sarfeder. Gittigi her yerde once HAC diker ve ardindan o ulkeyi ele gecirmek icin elinden geleni yapmaya calisir.
Yolu Cebu adasina duser en sonunda. Adanin lideri LAPU LAPU isminde bir yerlidir. Lapu lapu, Magellan`a misafirseverligini gosterir. HAC adaya dikilir. Hatta Lapu lapu bile vaftiz edilierek hristiyan yapilir. Hersey yolunda gidiyor goruntusundedir, fakat Magellan bir ay sonra adada tam hakimiyet isteyince Lapu lapu ile yollari ayrilir. Lapu Lapu ona duello teklif eder. Hayatta kalan adanin sahibi olacaktir. Magellan bunu kabul eder ve duelloyu kazanan Lapu lapu, Magellan`i oldurur.
Lapu lapu, Magellan`i oldurur oldurmesine ama adanin hakimiyeti gene onda kalamaz, Ispanyollar adayi gene ele gecirirler. Ardindan tum Filipinler adim adim Ispanyollarin eline gecmeye baslar.
Cebu adasi`na hayalimde cok farkli bir resimle ulastim. Hayallerimdeki ada ile alakasinin olmadigini gordugumde yasadigim hayal kirikligindan baskasi degildi. Adanin o resimlerdeki mukemmel koylari maalesef uzaktaydi.
Cebu halki cok fakir. Ben bu fakirligi bir tek Hindistan`da gormustum. Maalesef Cebu halki da cok fakir. Bir taksi kiralayip aksama kadar sehir turu yaptiriyorsunuz ve sizden aldigi ucret 5-6 $. Hersey cok ucuz.
Adanin gelir kaynagi sadece Mango meyvesi ve el isi hediyelikler. Incik boncuk meraklilari icin hos bir alisveris yeri burasi.
Adada gorulecek yerler arasinda Cin tapinagi, Magellan`in HACI (Magellan`s Cross), Ispanyol Kalesi (Fort) geliyor.
Cebu`da bircok turistik otel mevcut, ben bunlari gorecek kadar kalamadim orada ama ucuz bir yer ve mukemmel deniz istiyorsaniz Cebu adasina bir seyahat yapabilirsiniz.
Cebu`ya Hong Kong uzerinden Cathay Pacific havayollari ile, Singapur`dan Singapur Havayollari ile direk ucuslar mevcut.

Cebu adasi Filipinler`in kuzey bolumunde olan kucuk bir adadir. Adanin bu kadar unlu olmasindaki neden hic suphesiz unlu denizci Magellan`in burada oldurulmesidir. Cebu adasinin en onemli ozelligi bence bu olmali.

15.ci yuzyilda Magellan, Ispanya`dan ciktigi yola, batiya dogru devam ederek Guney Amerika`ya ulasir. Burada bir muddet kaldiktan sonra tekrar batiya acilmaya karar verir. Yanindaki 300 civarindaki askeriyle beraber hem Ispanya`nin emperyalizm hayaline hizmet eder, hem de hristiyanligin tum dunyaya yaziylmasi icin caba sarfeder. Gittigi her yerde once HAC diker ve ardindan o ulkeyi ele gecirmek icin elinden geleni yapmaya calisir.

Yolu Cebu adasina duser en sonunda. Adanin lideri LAPU LAPU isminde bir yerlidir. Lapu lapu, Magellan`a misafirseverligini gosterir. HAC adaya dikilir. Hatta Lapu lapu bile vaftiz edilierek hristiyan yapilir. Hersey yolunda gidiyor goruntusundedir, fakat Magellan bir ay sonra adada tam hakimiyet isteyince Lapu lapu ile yollari ayrilir. Lapu Lapu ona duello teklif eder. Hayatta kalan adanin sahibi olacaktir. Magellan bunu kabul eder ve duelloyu kazanan Lapu lapu, Magellan`i oldurur.

Lapu lapu, Magellan`i oldurur oldurmesine ama adanin hakimiyeti gene onda kalamaz, Ispanyollar adayi gene ele gecirirler. Ardindan tum Filipinler adim adim Ispanyollarin eline gecmeye baslar.

Cebu adasi`na hayalimde cok farkli bir resimle ulastim. Hayallerimdeki ada ile alakasinin olmadigini gordugumde yasadigim hayal kirikligindan baskasi degildi. Adanin o resimlerdeki mukemmel koylari maalesef uzaktaydi.
Cebu halki cok fakir. Ben bu fakirligi bir tek Hindistan`da gormustum. Maalesef Cebu halki da cok fakir. Bir taksi kiralayip aksama kadar sehir turu yaptiriyorsunuz ve sizden aldigi ucret 5-6 $. Hersey cok ucuz.
Adanin gelir kaynagi sadece Mango meyvesi ve el isi hediyelikler. Incik boncuk meraklilari icin hos bir alisveris yeri burasi.

Adada gorulecek yerler arasinda Cin tapinagi, Magellan`in HACI (Magellan`s Cross), Ispanyol Kalesi (Fort) geliyor.
Cebu`da bircok turistik otel mevcut, ben bunlari gorecek kadar kalamadim orada ama ucuz bir yer ve mukemmel deniz istiyorsaniz Cebu adasina bir seyahat yapabilirsiniz.
Cebu`ya Hong Kong uzerinden Cathay Pacific havayollari ile, Singapur`dan Singapur Havayollari ile direk ucuslar mevcut.

30.07.2002

Filipinler – Filipinler

Filipinler uzakdogu ulkeleri icinde bir turlu vakit bulupta gidemedigim ve belkide icimde ukte kalan ulkelerden biriydi. En sonunda bir uzakdogu seyahati arasinda, bilet fiyatlarinin epey ucuzlamasina denk gelen bir donemde Manila`ya ucuverme sansim oldu.Hong kong`dan bir bucuk saat suren bir yolculuk sonrasinda Manila havaalanina ulastim. Filipinler icin Turk vatandaslarindan vize istenmiyor. Vize islemlerini bitirdikten sonra bavulumu almaya yururken ilginc ispanyol muzikleriyle calgicilar karsiladi turistleri, daha sonra ogrendigim kadariyla Filipinlerin kanli yarasi olan teroristler yuzunden kaybolan turizm imajini kazandirmak icin devlet elinden geleni yapiyor ve bu calgicilar da turizm ugruna yapilan kucuk calismalarin bir parcasi..Ama ben Manila`da kaldigim surece seyrettigim tum dunya TVlerinde maalesef hep korkunc haberler cikiyordu Filipiner hakkinda.Bizim ulkemizi hatirlatan manzaralardi genelde yayinlar.Hep kotu yonleriyle cikiyordu olaylar.

Neyse Manila`da havaalaninda taksiye binecekseniz kesinlikle unutmamaniz gereken nokta bastan pazarlik yapmaniz….zaten tum Filipinler icin gecerli lan tek turist kurali PAZARLIK yapin!!! 500 peso verdigim havaalani-otel transferine donuste 250 peso vermem size birseyler cagristirmali.. Haa bu arada ilk bindigim taksici bir de bahsis olarak 100 peso aldi :)) ekstra o kadar olacak tabii ki:)

Manila, Hong kong ve Singapur`dan sonra epey fakir gorundu maalesef gozume..Bizim ulkemizden fazla farki olmayan binalar, fakir insanlar, caddelerdeki saticilar cok yabanci olmadigin goruntulerdi. Farkli olan havanin asiri sicakligi ve yazilarin filipince olmasi sadece…

Filipinler ismini hep merak eder dururdum..Neden Filipinler (Philippinnes)? En sonunda ogrendim, 15.ci yuzyilda yasayan bir Ispanyol krali Philip,bu somurge bolgelerine kendi adinin verilmesini istemis. Ve ulkenin adi Filipinler olarak kalmis.

Ispanyollar`in Filipinler`e gelisi de ilginc bir hikaye bu arada. Magellan bu ulkeye geldigi zaman , ulkeyi yoneten musluman liderle savasiyor ve bizim lider Magellan`i olduruyor ve Magellan`in adamlari da gidip gemiler dolusu Ispanyol askerlerle buralari ele gecirip somurge haline getiriyorlar.

Ispanyollar bu ulkeyi 300 seneye yakin yonetiyorlar, ve dogal olarak Katolik olduklari icin bu ulkenin iliman kanli insanlarini kolaylikla Katolik yapmayi basariyorlar. Bugun ulkenin buyuk bir kismi gercekten cok dindar katolik ve bunu her davranislarinda gorebiliyorsunuz. Artik kulturlerinin yasamlarinin bir parcasi olmus bu. Herseye baslarken, her kilise onunden gecerken, Meryem Ana heykelleri,Hz Isa ile alakali herseyde istavroz cikartanlari goruyorsunuz.

Manila`da en cok etkilendigim yer FORT SANTIAGO oldu. Burasi Ispanyollarin silah deposu, hapishanesi ve yasadiklari yer . Halen ayakta duruyor ve restore edilip turistlere acilmis. Duvarlarin icinde insan kendini Ispanya`da hissediyor. Evler, Ispanyol stilinde. Kalede en ilgimi ceken yerlerden birisi, zindanlar oldu. Zindanlarin bazisinin ustu acik…bizim bildigimiz zindanlar isiksiz havasiz oldugu icin cok ilginc geldi….

JOSE RIZAL

Diger ilgimi ceken sey unlu halk kahramani JOSE RIZAL oldu…Jose Rizal 18.ci yuzyil sonlarinda dunyaya gelen bir Filipinli. Cok zeki oldugu icin Avrupa`ya egitime gonderiliyor. Ispanya`da tip egitimi aliyor, mukemmel ameliyatlar yapiyor, ozellikle goz konusunda uzman, ta Hong kong`a gidip insanlara ozel ameliyatlar yapiyor.ama sadece tip ile ilgilenmiyor, zooloji ile de alakali ve 3 tane hayvana kendi ismi veriliyor cunku o bu hayvanlarin literature gecmesini sagliyor. Bu arada sair ve siirler yaziyor.Avrupa`da iken Mason locasiyla tanisiyor ve donusunde Filipinler Locasina giriyor. Bu arada Ispanyol somurgesi olmanin rahatsizligini duyuyor ve neden bir ozgur ulkemiz olmasin bizimde diyerek insanlari uyandirmaya calisiyor. Yazilari binlerce insana ulasiyor ve unu gittikce yayiliyor. Bundan rahatsiz olan Ispanyollar en sonunda onu hapse atiyorlar..Hapse attiklari yer iste bu yukarda anlattigim Ispanyol Kalesinde bir oda. Yazi yazmasina izin veriyorlar ama yazilarinin disariya cikmasina izin verilmiyor. En buyuk eseri sayilan ELVEDA ANAVATANIM siirinin disariya cikartilmasi cok ilginc bir hikaye anlatayim bu arada. Rizal`in akrabalari icinde sadece bayanlara izin veriliyor gorusmesine..O da sadece bir kereye mahsus oluyor. Annesi ve kizkardesleri ziyaretine geliyorlar. Bu arada dogal olarak Ispanyollar ailesinin yanina yaklasmasina bile izin vermiyorlar.sadece konusmasina izin veriliyor . Rizal kizkardesine disarda gardiyanin ona gaz lambasi verecegini soyluyor . Gardiyan da kiz da isin icinde neyin oldugunu anlayamiyorlar ilk basta..Gorusme sonrasi kizkardesi gaz lambasini eve getirip icini iyice inceleyince Filipinlilerin kutsal saydiklari ve ozgurluk atesini atesleyen o onemli siirin gaz lambasinin icine gizlenmis oldugunu anliyor. Bu siir hemen tum ulkeye yayiliyor ve hareket basliyor. Bu arada Rizal olum cezasina carptiriliyor. Gizli orgut kurduguna karar veriliyor. Ve kaleden adim adim yurumesi ve disarida bekleyenlere dogru yurumesi isteniyor. (Bugun kale icinde Rizal`in yurudugu yolda ayakizleri ozellikle isaretlenmis..cok etkileyici…olume adim adim gitmek…) ve kalenin cikisinda o kadar insanin gozu onunde ates edilerek olduruluyor.

Rizal`in hikayesi cok etkileyici..Bir ulusu ayaga kaldiran bir kisi olmasi bizim tarihimizi hatirlatiyor. Saygiyla aniyorum kendisini ve siirinin ingilizce cevirisini sizlere sunuyorum….Siirin genel hatlarinda Rizal, ulkesine olan sevgisini anlatiyor. Guzel ceviri yapan arkadaslarin bu mukemmel siiri dilimize cevirmelerini umuyorum…

MI ULTIMO ADIOS – ELVEDA ANAVATANIM

Farewell, my adored Land, region of the sun caressed,
Pearl of the Orient Sea, our Eden lost,
With gladness I give you my Life, sad and repressed;
And were it more brilliant, more fresh and at its best,
I would still give it to you for your welfare at most.

On the fields of battle, in the fury of fight,
Others give you their lives without pain or hesitancy,
The place does not matter: cypress laurel, lily white,
Scaffold, open field, conflict or martyrdom’s site,
It is the same if asked by home and Country.

I die as I see tints on the sky b’gin to show
And at last announce the day, after a gloomy night;
If you need a hue to dye your matutinal glow,
Pour my blood and at the right moment spread it so,
And gild it with a reflection of your nascent light!

My dreams, when scarcely a lad adolescent,
My dreams when already a youth, full of vigor to attain,
Were to see you, gem of the sea of the Orient,
Your dark eyes dry, smooth brow held to a high plane
Without frown, without wrinkles and of shame without stain.

My life’s fancy, my ardent, passionate desire,
Hail! Cries out the soul to you, that will soon part from thee;
Hail! How sweet ’tis to fall that fullness you may acquire;
To die to give you life, ‘neath your skies to expire,
And in your mystic land to sleep through eternity !

If over my tomb some day, you would see blow,
A simple humble flow’r amidst thick grasses,
Bring it up to your lips and kiss my soul so,
And under the cold tomb, I may feel on my brow,
Warmth of your breath, a whiff of your tenderness.

Let the moon with soft, gentle light me descry,
Let the dawn send forth its fleeting, brilliant light,
In murmurs grave allow the wind to sigh,
And should a bird descend on my cross and alight,
Let the bird intone a song of peace o’er my site.

Let the burning sun the raindrops vaporize
And with my clamor behind return pure to the sky;
Let a friend shed tears over my early demise;
And on quiet afternoons when one prays for me on high,
Pray too, oh, my Motherland, that in God may rest I.

Pray thee for all the hapless who have died,
For all those who unequalled torments have undergone;
For our poor mothers who in bitterness have cried;
For orphans, widows and captives to tortures were shied,
And pray too that you may see you own redemption.

And when the dark night wraps the cemet’ry
And only the dead to vigil there are left alone,
Don’t disturb their repose, don’t disturb the mystery:
If you hear the sounds of cithern or psaltery,
It is I, dear Country, who, a song t’you intone.

And when my grave by all is no more remembered,
With neither cross nor stone to mark its place,
Let it be plowed by man, with spade let it be scattered
And my ashes ere to nothingness are restored,
Let them turn to dust to cover your earthly space.

Then it doesn’t matter that you should forget me:
Your atmosphere, your skies, your vales I’ll sweep;
Vibrant and clear note to your ears I shall be:
Aroma, light, hues, murmur, song, moanings deep,
Constantly repeating the essence of the faith I keep.

My idolized Country, for whom I most gravely pine,
Dear Philippines, to my last goodbye, oh, harken
There I leave all: my parents, loves of mine,
I’ll go where there are no slaves, tyrants or hangmen
Where faith does not kill and where God alone does reign.

Farewell, parents, brothers, beloved by me,
Friends of my childhood, in the home distressed;
Give thanks that now I rest from the wearisome day;
Farewell, sweet stranger, my friend, who brightened my way;
Farewell, to all I love. To die is to rest.

Manila`nin en ilginc tasima araci kuskusuz JEEPNEY…jeepneyler jeep ile bizim minibuslerin karisimi..cok sevimliler. bu zevki yasamadan edemezdim ve bindim bende…Havalarin cok sicak oldugu gunlerin sayisi cok oldugu icin bu araclarin yanlari acik ve pufur pufur esiyor…Kesinlikle deneyin.

Aksam yemegi sonrasinda degisik bir seyler tadayim dedikten sonra menude ilgimi ceken HALO HALO adindaki karisik dondurmayi istedim. Bu bizim asure gibi icinde ne ararsaniz koyduklari ve uzerinde mor renkli dondurma ile ilginc bir sekilde sunulan bir tatli turu. Merakimi yenemeyip garsona sordum bu mor renkli dondurmanin ne oldugunu …ilginc bir cevapti aldigim..Seker pancari…..

Halo-halo dondurmasi

Manila`da eminim ki benim gibi her turistin ilgisini ceken fast food zinciri olarak JOLLIBEE dikkat cekecektir. Nerede bir Mc Donalds varsa ya yaninda ya yakininda bir Jollibee gormeniz kesindir. Bu zincirin ilginc ozelligi ise Filipin stilinde fast food agirlikli olusu. Ilgi cekici bir rekabet dogrusu.

Turistler icin en onemli sey pazarlik yapmak…Bir alisveris sirasinda masa ortulerinin fiyatini yuzde 65 kadar asagiya indirmeyi becerdigime ben bile inanin inanamadim.. Eger sansimi denemesem sadece yuzeysel indirim olan yuzde 20 yapilacakti. Siz siz olun pazarlik yapmayi unutmayin.

Filipinler`de ulkenin buyuk bir kismini fakir cogunluk olusturuyor, ve bu da ulkeden baska ulkelere goc olayini artiriyor. Dunyada belki de en fazla gocmen gonderen ulkelerin basinda gelmekteler. Herkesin kesinlikle uc-bes akrabasi yurtdisinda yasiyor. Bizim Almancilar kulturu burada da oldukca etkili.

Filipinler ile alakali diger ilginc bir unsur ise adalrdan olusmasi..Ama adalarin sayisi GELGIT yuzunden degiskenlik gosteriyor,normal su seviyesinde ada sayisi 7107 iken , su seviyesinde yukselme oldugunda ada sayisi 7103`e dusuyor yani 4 ada sular altinda kaliyor 🙂

Puro sevenler icin kisa bilgi vermekte fayda var.. Ispanyollar Filipinler`e yerlestikleri zaman yanlarinda Kuba`dan getirdikleri tutun tohumlarini buraya ekerler ve yuzyillar suren ekimler sonunda bugunku Filipin purolari ortaya cikar. Fiyatlari oldukca uygun ve de el yapimi. Gozlerime inanamadim. fiyatlarina sasiracaksiniz eminim.

Manila`nin en gosterisli bolgesinin ismi MAKATI. Burada alisveris merkezleri, bankalar, yuksek binalar goreceksiniz. Genellikle zenginlerin bulundugu bu kesim zengin-fakir ayrimini gozlerinizin onune getirecek kolaylikla. Alisverisler icin ideal bir bolge.

Filipinler sonuc olarak beni oldukca etkiledi. Turkiye`de calisan bazi Filipinli arkadaslar sayesinde bu ulkeyi gorme istegim olmustu ama insanin dunya gozuyle gormesi cok daha farkli bir duygu. Inanin cok etkilendim. Ispanyollarin taa binlerce kilometre uzakliktaki bu adalari somurgeleri altina alisi, onlarin ozgurluk mucadeleri, somurgeciligin ulkeler uzerinde biraktigi kalici izler vesaire vesaire….dusunmek icin guzel bir seyahat oldu….ve etkileri kolay kolay gecmeyecek uzerimden.

saygilarimla

Ali Baylar -Haziran 2001

Malezya – MALEZYA

Malezya İslami kurallarla yönetilen demokratik bir ülke. Vatandaşlar bağlı bulundukları dini inancın kurallarına göre cezalandırılıyorlar. Farklı dinlerin farklı kuralları olduğu göz önüne alınırsa bu mantıklı bir çözüm olarak görünüyor doğal olarak…

Ülkede Müslüman çoğunluk İslami kurallara göre hareket ediyor, buraya kadar her şey çok mantıklı ama bundan sonrası ilgimizi çeken kurallarla dolu….örnek mi? Mesela ramazan ayında müslümansanız dışarıda bir şey yiyemezsiniz, diyelim ulu orta bir şeyler yiyorsunuz ve polise yakalandınız, o zaman ceza alır ve teşhir edilirsiniz, bu adam oruç tutmadı diye utanmanız gerekir…. Diyelim bir genç Müslüman, bir Müslüman kızla oturuyor bir kafeteryada, ahlak polisi bunları yakaladığında 2 gün gözetimde tutuluyorlar ve ailelerin de huzurunda evlendiriliyorlar !!!

Malezya’da Müslüman kimliği taşıyan kızlar da başlarını örtmek zorundalar. Kısa kollu kıyafetleri, dar pantolonları üzerine başörtüsü takan genç kızlar bu zorlama ile olan kapanmanın sorunlu yansımaları dış dünyaya…Zorla kapatılan bu gençlerin sağlıklı bir İslam yaşamalarını beklemek yanlış olur zaten.

Müslümanlar bara, diskoya giremiyorlar, içki alamıyorlar, yasaklara uymak zorundalar… Bu diğer dinlere mensup olanlar için geçerli değil tabii ki. Bu yüzden de sosyeteyi Çinliler oluşturuyor Malezya’da…

Malezya’nın ticareti Çinlilerin elinde ve ülkenin en zenginleri bu Çinliler…

Malezya,ülke olarak yaşanabilecek bir yaşam standardına sahip, 300-400 dolar gibi bir para ile bir ay yaşamak mümkün. Taksi fiyatları uygun, insanlar sıcakkanlı, sorunlarınıza yardım etmeyi seviyorlar, biryeri sorduğunuzda kolaylıkla tarif alabiliyorsunuz. Oteller genelde 50-100 dolar arasında değişiyor. Turizm ciddi bir maddi kaynak ülke ekonomisi için…

Karışık kültürlerin bir arada barışla yaşadığı bu ülkede aynı sokakta cami, hint tapınağı ve çin tapınağını ziyaret edebiliyorsunuz ve hepsi de güleryüzle karşılıyor sizleri…

Sonuç olarak Malezya gidilebilecek ve görülebilecek değerde bir ülke…

1.11.2005