Papa…senin Derdin Nedir?

 Dünyada savaşsız geçmiş bir 10 yıl yok tarih boyunca…İnsanlar ayrı düşüncelerinde inat etmiş ve anlaşma yerine savaşmayı tercih etmişler… Milyonlarca insan ölmüş bu savaşlar yüzünden….

Tarihteki savaşların bazısı ise yüzyıllarca sene devam etmiş…Din çatışmaları adı altında sayılan bu savaşlardan biri de İslam-Hristiyan çatışması…. İslamın kuruluşuyla birlikte başlayan fikir çatışması maalesef dalga dalga devam etmiş ve günümüzde de devam ediyor.

– Hristiyanlara göre biz müslümanlar kafiriz çünkü yeni bir din çıkarmışız….
– Müslümanlara göre hristiyanlar kafirdir çünkü ALLAH’a eş koşmaktadır hristiyanlar. (İSA TANRI’NIN OĞLU dedikleri için)
– Yüzyıllar boyu biz cihat etmişiz, onlar Haçlı seferleri yapmışlar…
– Halen hristiyanlık ta yokedilememiş, islam da gelişimine devam ediyor.

Son yıllarda pasif bir savaş var dinler arasında… Danimarka’dan bir karikatür oyunu çıkartıldı, yoklandı müslümanların tepkisi….Şimdi Papa kalkıp islam dini ve Peygamberimiz (SAV) hakkında çok fütursuzca açıklamalarda bulundu. Koskoca papa öyle bilinçsiz konuşma yapma yetkisine sahip değil unutmayın…
Söyleyeceği her cümle 6 ay önceden hesaplanır onun…. Kullandığı her cümle aslında istenilen bir SONUCUN ilk adımını oluşturacak adımlardýr…. Papa bu saldırısıyla islam ülkelerinin dini bağlılıklarını yoklamaktadır. Verilecek tepkiler bir sonraki demeçlerin altyapısını oluşturacaktır.

Hazır olun yakında dinler arası bir savaşı başlattığı için tarih sayfalarında bu papanın adı kanlı harflerle geçecektir. İnsanlar barış içinde zor yaşarken, bu ne idüğü belirsiz demeçlerle ortalığı karıştırmayı başaran BÜYÜK BİR ZAT maalesef özür dilemeyi bile kabul etmemektedir.

Peki bir çok ülkede bu demeçlerden sonra ateşe verilen kiliselerin, öldürülen rahiplerin günahı kime aittir??

Papa! Haddini bil…..Bildirirler vallahi…. Benden söylemesi…Aç tarih kitaplarına bir bak istersen…..

Haa..bir de…tarih kitapları bir KADIN PAPA hikayesinden bahsediyor…O konuda neden hiç konuşmuyorsun Papa? Bize saldırmadan önce o konuyu bir aydınlatsan diyorum…

NOT:
Efsanevi kadın papa:
PAPALAR listesine bakacak olursanız, Papa IV. Leo’nun 855’te ölmesinden sonra yerine III. Benedict’in geçtiğini görürsünüz. Ancak bazı ortaçağ yazarlarına göre bu liste eksiktir. 11. yüzyılda yazan bir keşiş şöyle diyor: ‘‘Papa Leo 1 Ağustos’ta öldü. Onun yerine geçen ve bir kadın olan John iki yıl beş ay ve dört gün papalık yaptı.’’

Papa Joan, ya da VIII. John efsanesi Katolik Kilisesi’ni yüzyıllardır rahatsız etmektedir. 9. yüzyılda bir kadın papanın varlığını kanıtlayacak herhangi bir şey olmamasına rağmen daha sonraki yüzyıllarda bu hikáye öyle yaygınlaşmıştır ki, 1601’de Papa VIII. Clement olayın uydurma olduğunu ilan etmek zorunluluğu hissetmiştir. Ve hatta 1886’da Papa Joan hakkında bir roman yazan Yunanlı Emmanuel Roydis aforoz edilmiştir. http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/03/10/yasam/05yas.htm

18.09.2006

Telefon Vergisi

 Olur da yurtdisindan gelirken yaninizda bir cep telefonu alirsaniz, basiniza ciddi bir bela aldiginizi bilemenizde fayda var.
Yurtdisindan fatura ile aldigim cep telefonunu yurda sokarken, gumruk islemlerini yaptirmak istedim… Bavullarimi aldiktan sonra cikis kapisindan once bir masa koyulmus, telefonunuzu buradan kaydediyorsunuz once faturasiyla… Sizi ekspere gonderiyorlar yan odada.. Orada elinizdeki telefon eger cok yeni ise muadili bir telefonun vergisini yaziyorlar. Odemek icin nereye gideceksiniz? Hazir olun… Cikis yapiyorsunuz once disariya…Ust kata cikiyorsunuz…Guvenlikten gecerken 10 dakika zaten saatinize kadar cikartiyorlar gorevliler, neyse o sikintiyi geciyorsunuz, Maliye masasina geliyorsunuz Dis Hatlar Gidis bolumundeki. Oraya vergiyi yatiriyorsunuz.. Bitmedi… Fotokopiciye gidiyor ve elinizdeki dokumanlarin fotokopilerini aliyorsunuz.. sonra….asagi Dis Hatlar Gelis bolumune donuyorsunuz. Bu arada en az yarim saatinizi kaybettiniz bile… Kapidaki gorevli size neden iceri gireceginizi sorunca sadece gulumseyerek elinizdeki dokumanlari gostermeniz yeterli oluyor…. Giriyorsunuz iceri.. Ayni masaya geliyorsunuz.. Damgalaniyor dokumanlar ve size bu sefer de telefonununuzu actirmak icin sehir merkezindeki Turkcell,Telsim veya Avea Servis merkezlerine gitmeniz soyleniyor. Telefonunuzu vergisini verseniz dahi hemen actiramiyorsunuz. Telefon hizmet saglayicilarinin islemini hic anlatmayayim isterseniz, kendiniz gitmek zorundasiniz onu bilin sadece:) 30 gun icerisinde bu islemler saglikli olursa ancak aciliyor telefonunuz….

Simdi soruyorum size:
1- Ben teknolojiyi yakindan takip eden bir insanim.. Ulkemizde bulamadigim bir telefonu alma ozgurlugum neden yok?
2- Turkiye`de satilan en son telefon modellerini yurtdisinda 6 ay onceden bulma sansim varken neden Turkiye`ye gelmesini bekleyeyim?
3- Hadi telefonu cok begendim ve aldim, vergisini odedigim anda neden telefonum acilmiyor?
4- Neden alt kat ust kat arasi mekik dokunduruluyor insanlara? elinizde bavullarla bu iskenceyi cekmek zorunda misiniz?
5- Vergisini bile verirken insanlara cektirilen bu iskence niye?
6- Islemin yapildigi masa ayni zamanda verginin odemesini neden alamiyor? Bu bu kadar imkansiz mi? Neden ust kata o kadar islemden gecirilerek gonderilip tekrar geri getiriyorsunuz insanlari?

15.09.2006

Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun

  Bir Astsubaydan….

…..ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle karşılık vermesi
sonucu çıkan çatışmada güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da …..ilinde devriye görevini yerine getiren aracına açılan ateş
sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da ……ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu
asker yaralandı..

Bu nasıl başlar biliyor musunuz?

Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu
düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan
tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır.

Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki
tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık
oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi
sürdüğünüz her yere siner.

Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan
toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.

Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült
ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark
edersiniz.

Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her
yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.

Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları,
yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan
arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir
yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin
vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin
küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına
kadar duyarsınız.

Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki
arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı
ayrı duyarsınız.

Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız,
öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.

Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu
senfoniye.

Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm
ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere
adeta bir deri gibi yapışmıştır.

En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı
değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.

Çünkü…

Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini
bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz
gerekmektedir.

Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak
direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler
kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği
ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir. Çünkü bunun için bayrağın, silahın,
namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.

Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur.

Işte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. Işte bu yüzden
senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.

Sonra!..

Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı,
pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi… Bir anda… Kuşların
sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri
hepsi
bir anda biter.

Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü
görürsünüz,
yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç
saniye sürer.

Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak
parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek
için çalışmazsınız.

Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama
ve
uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri
yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama
başaramazsınız.

Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında “mayın”
kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki
yoğun ağrıyı fark edersiniz.

Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.

Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve
kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. Işte her şey o
anda başlar.

Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden
nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz
biter
ve yeniden, yeniden ve yine…

Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, “fazla bir şey yok, sadece küçük bir
yara” gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız
konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar
kafanızın içinde “neden ben, neden ben, neden ben ?”

Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, diz
kapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her
akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak
artık bir uzvunuz olmuştur.

Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var
olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!

Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek
olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.

Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonlarında,
uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan
programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık
duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.

Pamuk’ları, Dink’leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali
Kemallere tanık olursunuz, “koçlar gibi satanları
“görürsünüz. .

Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip
aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk
askerlerini görürsünüz.

Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin
kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini
duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.

Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara “bayrak”
diyenleri görürsünüz, “uçaklarını çek”, “valiyi çek”
diyen başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.

Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz tarafından,”çete” diye
suçlandığını, yargılandığını görürsünüz.

Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip
soygun
yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen
teröristlerin sadece “ben bir şey yapmadım” demelerinin esas kabul edilip,
“suçsuz” sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.

Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her
konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve
susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her
defasında.

Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar,
inandıklarınıza,uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına
tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.

Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza, o
mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız: “Biz bu
ihaneti
doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün
önünde miydi yoksa?”diye sorarsınız kendinize.

Onlara verilen maaş’ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize
sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.

Bu vatan onların da vatanı değil mi?

Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi? diye
sorarsınız kendi kendinize.

Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken
her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize
nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza”: VATAN, SANA CANIM FEDA”

Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve
hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar
savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da
bu
ihaneti bitirene kadar.

Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını,
neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler
yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da televizyonda
duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.

Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz;
“…ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının
patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!” haberi aslında o
kadarda kısa değildir.

Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz,
falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da
uyuşturucu komasından ölen oğluna “şehit” deyip Türk bayrağı “örten
kadının
haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber,
birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.

Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, “ne için?” dendiğinde “vatan
için” diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya
devam edeceklerdir.

Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizin
vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve
bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.

Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan
bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan
kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan
küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.

Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum,
ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve
emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri
daha tüm bunları yaşayacak.

Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup
“aydınca” sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?

Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye “siz” diyerek
yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.

“Siz” kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
“Siz” de bilin ki biz asla unutmayacağız.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

Oktay Yıldırım / Emekli Astsubay

8.09.2006

Kore Savaşı Ve Lübnan

 Kore Savaşı’nı Çin açısından inceleyeniniz oldu mu bilmiyorum ama Çin’deyken çinli arkadaşlarla konuşma imkanım oldu bu savaşı…

Evet…Çin tarihinde de Türk askerlerinin o savaştaki KAHRAMANLIKLARI açık açık yazılıymış..Bunu duymak ne kadar gurur verici birşey.. Ama devam ediyorlar çinliler..ve soruyorlar; Amerikalıların kaçarken siz Türklere; “Geri çekiliyoruz! Bizi koruyun!” diye emir verdikten sonra siz canınızı kurtarmak adına bizim binlerce askerimizi öldürmüşsünüz…Kaçmak yerine orada kalıp kanının son damlasına kadar savaşmak…Bu kahramanlık güzel ama…KİMİN UĞRUNA????

Kore Savaşı’nda ölen Çin askeri sayısı bir rivayete göre 1 milyon civarındaymış. Amerika o coğrafyada gövde gösterisine çıkarken fedailiğini de BİZ üstlenmişiz… Koskoca Çin ordusu karşısında da kahramanca savaşmışız. Amerikanın prestijini kurtarmış ve elimiz boş kalmışız savaş sonrası…Kahramanlığımız savaştığımız düşmanlarımızın bile tarih kitaplarına geçmiş gerçi, bu da büyük başarı hani:)

Yıllardır avrupa ve amerika nereye isterse asker yollamışız… Göndermediğimiz nadir zaten.

Şimdi de Lübnan çıktı karşımıza…Bir taraftan İSRAİL….diğer taraftan her daim bizi arkadan vurmuş LÜBNAN……ve biz onları barışık tutmakla görevliyiz şimdi…Kelin ilacı olsa pkkyı yokederdi önce, gene bir sorunlu görev, gene kaçacak Avrupalı ve Amerikalı askerler ve gene kalacağız düşmanlarla başbaşa.. MEHMETÇİK canı pahasına ülkesinin gururunu kurtarmaya çalışacak…

Savaş olsa da olmasa da biz bir şey kazanamayacağız…BUNU YAZIN bir kenara…İşin ticari boyutu zaten hazırlanmış seneler öncesinden ve bize zırnık koklatılmayacak…

Kapalı kapılar ardında gene birşeyler alındı ve verildi ve asker göndermemiz kaçınılmaz artık..

Kahraman Mehmetçik umarım sıkıntı çekmeden dönmeyi başarır bu ne idüğü belirsiz ve iki tarafında ne olduğu belli olmayan savaştan…..Allah yardımcımız olsun!!!

5.09.2006

Çin’de Sansür

  Uzun zamandır Çin’e gidip geliyorum… Orada ofis açtım ve ofisin altyapısını bitirene kadar da burada yaşadım çinlilerle birlikte…Onları daha iyi tanıma şansım oldu bu sayede…

Bu yazımda sizlere Çin’deki devlet sansürü hakkında birşeyler yazmak istiyorum….Çin’de devlet çok ciddi bir sansür sistemi kurmuş durumda… Haber özgürlüğü diye birşey geçerli değil burada… Sadece yabancıların olduğu ortamlarda sansür yok görüntüsü veriliyor…

Uydu satellite sistemleri bir kere yasak. İzinsiz asla receiver kullanamıyorsunuz. Anında polis sizi yakalıyor. Kaçak uydu yayını kullananların hapse atıldığı maalesef doğru bir haber. Kendi yaşadığım eve uydu yayını almak istedim ve yüzlerce dolar para ödemem istendi avrupa kanallarını açtırmak istersem. Ücretsiz yayın paketini seçtim çaresiz…Orada da Hint, Pakistan kanalları sadece çıkıyor 🙂

Haberleri izlerken bile uydudan özgür değilsiniz. Diyelim Çin ile alakalı bir olumsuz haber yayınlanıyor…anında yayın kesiliyor ve o haber geçinceye kadar birşey göremiyorsunuz sonra düzeliyor yayın… Burada Çin aleyhine hiçbir haberi öğrenmeniz mümkün değil… Sansürlenen haberlerden bir tanesine örnek vereyim. Guangzhou eyaletinde yağıilardan seller olmuş ve 48 kişi ölmüş…Bu haberi de internetten öğrendim sonra..Haberin içeriği sadece bu….

Bizim Türkiye’yi bir de düşünelim şimdi… Haber özgürlüğünün sınırsızlığını hatırlayalım.. Adam yol kenarında kaza yapmış kanlar içinde kameramanlarımız zoom yaparak çekerler adamı… Bir olay olur bütün dünyaya en ince detayıyla ulaştırırız.. Kendimizi deşifre etmekte üstümüze yoktur bizim. Herşeyi ama her şeyi göstermek gibi bir fantazimiz vardır. Bazı şeylerin toplum sağlığını bozabileceğini asla düşünmeyiz biz…

Bir tarafta Çin sansürü, diğer tarafta Türk Haber özgürlüğü… Acaba hangisi normal olan? Yoksa en mantıklısı ortası mı dersiniz?

8.08.2006

İsrail’e Kim Dur Diyecek?

 Her gün haberlerde İsrailsiz bir gün geçmiyor….Kendimi bildim bileli de bu böyle.. Dünyanın bir ucuna gitsem de haberlerde değişmeyen tek konu İsrail’deki olaylar…İsrail oraya saldırdı, Hizbullah burayı bombaladı….. Nedir bu dünyanın çektiği İsrail’den?

Vadedilmiş topraklar adıyla kurdukları bugünkü İsrail, kurulduğu günden beri genişleme derdinde… Toprak toprak dediler ve sonunda topraklarına kavuştular ama yetinmiyorlar ellerindeki topraklarla maalesef….

ABD ve Avrupa Birliği de zaten İsrail’e çalışmaktan kendi sorunlarını çözecek durumda değiller… Amerika’daki yahudi lobisini bilmeyeniniz yoktur zaten… Başkanları bile onlar seçer, destekler, gerekirse de yokederler (Kennedy suikastı gibi)…

Şimdilerde de sorunlar artarak devam ediyor ortadoğuda…Sorunların arkasında kimin olduğunu söylememe gerek yok… Açgözlü İsrail bahane üreterek,kendi yaptıklarını hiçe sayarak bombalamaya devam ediyor suçsuz insanları….

Kim durduracak bu vahşeti? Nereye kadar seyretmek zorundayız bu saldırıları? Devletimiz neden sessiz kalıyor bu duruma?

İt ürür kervan yürür misali bizler konuşup duruyorken onlarca günahsız çocuk şu an bombalar altında can vermeye devam ediyor….

Nerede insan hakları savunucuları merak ediyorum?????

31.07.2006

Dünya Kupasında Şike Var!

 Yurtdışındayken başlayan Dünya Kupası maçlarını seyretmek kafa dağıtmam için ideal bir yol. Türk milli takımının bir sürü kirli oyunlar sonunda dünya kupası elemelerinden çıkarılmamasını bir kenara bırakıyorum….
Katılan takımlara şöyle bir bakar mısınız?
Mesela Ivory Adaları?
Mesela Angola?
Ya Togo?
Trinidad Tobago peki?
Bu ülkelerin hangileri bizim milli takımdan daha güçlüdür sizce?
Her dünya kupasında Japonya,Kore,İran fiks vardır mesela..Bunlar bizden çok mu güçlüdürler?

Biz Avrupa’nın en güçlü takımlarıyla resmen savaşırken, bu takımlar ellerini kollarını sallaya sallaya her dünya kupasına katılmaktadırlar… Hak mıdır bu şimdi?

400 metre koşusunda birine engeller koyuyorsunuz, diğerine engelsiz ve de 300 metre koş diyorsunuz…Kazanacak ve kaybedecek olanlar belli değil midir en başından?

Bu dünya kupasını artık küçük harflerle yazacağım. Avrupa Kupası bile bundan çok daha adil bir kupa bence…En azından güç dengesi olan bir kupada oynuyorsunuz burada……

12.06.2006

Kurtlar Vadisi Irak Filmi Çin’de!!!

 Çin’de sokaklarda dolaşırken, Kurtlar Vadisi Irak Filminin DVDsi ile karşılaştığımda nasıl mutlu olduğumu anlatamam sizlere… Düşünsenize binlerce kilometre uzakta bizim filmimiz buralara kadar gelmiş ve satılıyor her yerde…

Kurtlar Vadisi dizisini Türkiye’deyken niye yalan söyleyeyim ne izledim ne de serisine müptelaydım. Arkadaşlarımın perşembe akşamlarını iple çektiklerini hatırlıyorum da şimdi… Acaba iyi mi ettim kötü mü ettim seyretmemekle diye düşünüyorum…

DVDyi hemen aldım görünce sokakta.. Çince altyazılı.. Çekim süper. Hikaye bazı küçük mantıksal hatalar içerse de buradaki çinlilere oldukça faydalı dersler verecek bence. Öncelikle islamiyeti vahşi gösteren batılıların bu filmde öteki yüzlerini de görme şansını bulacaklar çinliler.

Filmi zevkle seyrettim ve en kısa zamanda birkaç kopyesini alıp buradaki arkadaşlarıma da hediye edeceğim :))

Amerikalıların neden bu filmi yasaklamaya çalıştığını şimdi daha iyi anlıyorum. Adamlar boşuna senelerdir FİLM ENDÜSTRİSİ ile fikirlerini evlere kadar sokmuyorlar….

8.06.2006

F Klavye Ve Q Klavye

 F KLAVYE

Tarihçe
F klavye düzeni 1943 yılından başlayarak yapılan çalışmaların sonucunda ve 20 Ekim 1955 tarihinde Türkçe yazmada çok daha kolaylık sağlamak için oluşturdu. (1)
Hürriyet gazetisinden Hüseyin Gönüllü’nün F klavyenin babası İhsan Yener’le yaptığı söyleşiyi aynen aktarıyorum. (2)
H.G.: -F klavye nasıl ortaya çıktı?
İ.Y.: -“1946’dan itibaren Türk dilinin özelliklerine uygun, standart bir klavye geliştirilmesi için resmi makamlara yazılar yazdım… ‘Bilimsel bir klavye yapın, sizin yaptığınızı kabul edelim’ dediler. Yabancı uzmanların da bulunduğu bir komisyon kuruldu. Türkçe’de kullanılmakta olan tüm kelimelerin istatistiğini TDK’nın kılavuzundan yararlanarak çıkardık. 29934 kelime içinde hangi harften kaçar adet bulunduğunu tespit ettikten sonra, parmakların fiziksel güçleri ve hareket özelliklerini de esas alarak harfleri yerleştirdik. Ellerin kullanım yüzdesini de hesaba katarak yaptığımız klavyede sol el yaklaşık yüzde 49, sağ el de yüzde 51 oranında kullanılacak şekilde harfler yerleştirilmiştir. türkçe’nin fonetik özelliğine uygunluk açısından sesli harfleri sol elde topladık… Gümrük kanunlarına ‘bundan sonraki ithalat standart Türk klavyesine uygun olacak’ diye bir madde kondu.”
H.G: —Direnen olmadı mı? Maliyeti nasıl karşıladık?
İ.Y.: T-ürkiye’de o zaman 40 bin kadar yazı makinesi vardı. Biz, 40 bin yazı makinesini bırakalım dedik. Biz, geleceği kurtaralım dedik, tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi.
F Klavyenin Üstünlükleri
Türkçeye en uygun klavye olan F klavye (pek çoğunun dediği gibi Ef klâvye değil, harflerin Türkçe okunuş biçimine göre Fe klavye) uzun çalışmalardan sonra daktilolarda en kolay, en hızlı ve hatasız yazmak amacıyla üretilmişti.
Türkçe’de çok sık kullanılan seslerin karşılığı olan harflerin “F klavye”de kolay ulaşılabilecek yerlere yerleştirildiğini, Türkçe’deki harflerin kullanılma oranları, ünlü-ünsüz ses ilişkileri, hece ve söz yapısı, parmakların kuvvet, yetenek ve işleklikleri göz önünde bulundurularak üretilen ‘F klavye’ bu özellikleri bakımından Türkçe’ye uyduruk ‘Q klavye’den çok uygundur.
Türkçe sözlerde çok sık kullanılan seslerin karşılığı olan harfler bu klavyede en kolay ulaşılabilecek yerlere serpiştirilmişti. Yaklaşık 30.000 Türkçe sözün ölçü alındığı bir değerlendirmede a harfi 26.323, e harfi 16.308, k harfi 13–542, i harfi 13.384, m harfi 11.263, l harfi 10.496, t harfi 9–669, r harfi 8.698 kez geçmekteydi. (Bunlar Türkçede en çok kullanılan harflerdir). Bu oran göz önünde bulundurularak söz konusu harfler, F klavyede en uygun yerlere yerleştirilmişti.
Q klavyede ise en çok kullanılan harfler tabir caizse klavyenin en ücra köşelerine dağıtılmış durumdadır. Buna karşılık, Türkçede 30.000 sözde sadece 125 defa geçen ve en az kullanılan harf olan j harfi, Q klavyede en uygun yere konulmuştur. F klavyede bu harfin yerinde Türkçede en fazla kullanılan ünsüz olan k harfi bulunmaktadır. (3)
F klavye nasıl yararlar sağladı? Sorusuna İhsan Yener’ şöyle cevap vermiştir:
“1955’ten itibaren uluslararası daktilografi ve steno yarışmaları başlamıştı. Hemen biz de başvurduk ve 1956’da dâhil olduk. Öğrencilerim bu şampiyonalarda 28 defa dünya birincisi oldular. Bu birinciliklerin 14’ünde dünya rekoru kırıldı. Hatta fransızlar itiraz etmişlerdi ilkinde, ‘Türkler yarışma için özel olarak tertip edilmiş bir klavye kullanıyorlar’ diye. 6 saat süren tartışmalardan sonra, fransızlar’a ‘siz de yapın o halde özel bir klavye’ dediler.” (4)
2003 Dünya Bilgisayar ve Stenografi Şampiyonası’na “F klavye” ile katılan Türk yarışmacıları takım halinde dünya 2’ncisi olmuşlardır. (5)
Türkçede genel olarak sessiz harfler ve sesli harfler sözcük / tümce içinde hemen hemen eşit sayıda bulunduğu için, klavye bu harfleri her iki ele de eşit miktarda dağıtır. Bu iş bölümü sayesinde yorulmak nedir bilmeden saatlerce tıkır tıkır yazı yazılabilir. (6)
Her iki elimizin en çok çalışan 6 parmağı ile yazmış olduğumuz tuşlara denk gelen harfleri yüzde 45 oranında kullanmak varken, neden bizim için daha zor ve yavaş yazmayı sağlayan İngilizlerin Q klavyesini kullanalım? “Q klayveye alıştım, F klavyede zorlanıyorum” diyorsanız, denemesi bir kaç dolara! (Klavye fiyatı) Yabancı bir klavyeye ne kadar sürede alışmışsanız, kendi konuşma dilimize göre dizilmiş olan klavyeye onun yarısı kadar sürede alışabilirsiniz. (7)

Q KLAVYE

Q klavyenin tarihçesi
Dünyada Q klavye olarak bildiğimiz tuş dizilimi aslında daktilonun icat edildiği ilk günden beri değişmedi. Neden tuşların bu şekilde dizildiği konusunda da çeşitli rivayetler olmasına rağmen şimdilik en yaygın kabul gören hikâye şu: Yazı makinesinin mucidi olan Christopher Latham Sholes, 1867’de cihazın patentini alarak ilk çalışan örnekleri ortaya koyduğunda cihazın tasarımından kaynaklanan mekanik bir sorunla karşılaşır. İcat ettiği yazı makinesinin harfleri kâğıda basmak üzere kullandığı mekanik harf kolları, kapalı bir kutunun içinde yer almaktadır ve iki kol birden kâğıda doğru havalandığında içerde sıkışmaya neden olmaktadır. Sholes bu problemin çözümü için, kullanıcının yazım hızını yavaşlatmak üzere harflerin yerlerini alabildiğine karıştırarak en çok kullanılan harfleri elin en zor ulaşabileceği yerlere yerleştirmeyi uygun görür ve Q klavye adını verdiğimiz harf dizilimi ortaya çıkar.
Yani Q klavye 1873’te mühendisliğe aykırılık abidesi olarak tasarımlanmıştı. Daktiloların hızlı yazma nedeniyle sık sık bozulmasına çare olarak geliştirilmişti. Daktilo kullananları olabildiğince ağır yazmaya zorlamak için olmadık hilelere başvurulmuş, en çok kullanılan harfler klavyenin her sırasına dağıtılmış, (sağ elini kullanan insanları zayıf ellerini kullanmak zorunda bırakacak şekilde) harfler solda toplanmış.
Daha sonra bilgisayarlar çıkıp tuşların hızlı yazma nedeniyle bozulma sorunu ortadan kalktığında bile Q klavye yaygınlaştığından bu standart korunmuştur. (8)
Türkçede genel olarak sessiz harfler ve sesli harfler sözcük / tümce içinde hemen hemen eşit sayıda bulunduğu için, F klavye bu harfleri her iki ele de eşit miktarda dağıtır. Bu iş bölümü sayesinde yorulmak nedir bilmeden saatlerce tıkır tıkır yazı yazılabilir.
Q klavye yavaş yazmak için tasarlandığından bu avantajların hiçbirine sahip değildir. Bu yüzden el, Türkçe karakterlerde hem F klavye hızına yetişemez, hem de herhangi bir ele fazla yüklenme olduğu için çabuk yorulur.
Serce ve yüzük parmakları elimizin en “afonksiyonel” parmakları olmasına karşın Türkçede en fazla kullanılan harflerden biri olan ” a ” q klavye´ de sol serce parmağına denk gelir. Yine q klavye için; Türkçe´de en az kullanılan harflerden biri olan ” j ” elin en aktif parmağı olan sağ işaret parmağına denk gelmektedir.
Bunun gibi bin bir dezavantaj sayılabilir. Türkçede birçok sözcük q klavye için en pasif parmaklara dağılır. Bu yüzden q klavyede 10 parmak Türkçe karakter girmek deveye hendek atlatmaya benzer.” (9)
Q klavye ingilizce için de uygun değildir.
Q klavyenin daha iyi alternatifleri olabileceğini düşünenler de olmamış değil. Örneğin Washington State Üniversitesinden Prof. Dr. August Dvorak, 1932 yılında İngilizce’de çok kullanılan harflerin klavyenin en kolay ulaşılabilir yeri olan orta sırasına toplandığı bir klavye dizilimi önerir. Dvorak’ın araştırmalarına göre, sekreterlerin parmakları gündelik yazı işleri sırasında Q klavyede 16 mil yol alırken Dvorak klavyesinde sadece 1 mil yol almaktadır.
Ancak daktilo ustalarının, Q klavyeye olan mevcut alışkanlıkları, üreticilerin itirazı ve piyasanın Q klavye tarafından çoktan istila edilmiş olması ve 40 milyon daktilonun değiştirilme maliyeti ortaya çıkınca Dvorak’ın klavyesi yayılamaz ve kaybolup gider. (10)
Yazar Emre Aköz şöyle diyor. “-Gençler bana mail atıyor: “16 yaşındayım, 6 yaşından beri Q kullanıyorum, çok da hızlı yazıyorum.” Yanlış. Farkında değiller. Kesin veri var elimizde: F klavyeyi 10 parmak yazan bir Türk’le, Q klavyeyi 10 parmak yazan Amerikalılara aynı İngilizce metin veriliyor. Amerikalılar dakikada 32–35 kelime; Türk 72 kelime yazıyor!” (11)
F VE Q KLAVYELERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
— Q Klavye Evrenseldir.
Bu fikire yazar Yurtsan Atakan şu güzel cevabı veriyor:
Hıncal Uluç’un ”Q” savunusunda kullandığı temel argümanlardan biri de aynı yanılgıya dayanıyor. Dünya ”Q” klavye kullanıyor, diyor Sevgili Hıncal Uluç, o yüzden yurtdışına gittiğinizde deli danalar gibi ”F” klavye arayıp bulamayacağınız, hâlbuki eğer ”Q” klavye kullanıyor olsaydınız sürü sebil klavyeyi emrinize amade bulacağınız için ”F”yi atın, baştan ”Q” kullanın.
Aynı mantıkla iyisi mi biz Türkçe’yi toptan başımızdan atalım. Öyle değil mi ya, yurtdışına çıktığımızda derdimizi anlatacak Türkçe bilen biri arayıp bulamayacağımıza -eğer İngilizce bilseydik sürü sebil kişiyle iletişim kurabileceğimize- göre Türkçe’yi atalım, resmi dil olarak baştan İngilizce’yi kabul edelim. (12)
Benim bu konuda eklemek istediğim bir husus şudur: F klavye kullananlar genellikle bakmadan yazabilirler. Bu durumda sadece windowsta klavyeyi f yapmak yeterli olur.
—F Klavye Kullanmak Bizi Küresel Dünyadan Uzaklaştırır
Bu gibi bazı gerekçeler ise çok gülünçtür. Japonlar, Çinliler, Kiril alfabesi kullananlar bugün sırf kendi alfabelerini kullandıkları içi dünyadan kopmakta mıdırlar? (13)
—F Klavye Özgüven, Q Klavye Teslimiyet Sembolüdür.
HP Türkiye Genel Müdürü Şahin Tulga, SAP Teknoloji Günleri 2003’te Amerika’da aldığı eğitim sürecinden bahsederek düşünme eyleminin daima anadilde yapıldığını, bunun yaratıcılık ve özgüveni tetikleyeceğini, Türkçe için özel olarak geliştirilmiş F klavyenin de bu ana çıkış noktası nedeniyle özellikle kullanılması gerektiğini savunmuştur. (14)
—Bilgisayar Kullanımındaki Verimsizliğin En Büyük Etkeni İhsan Yener’e Göre Q Klavye
“Türk dilinin özelliklerine göre on parmakla-bakmadan klâvye kullanma yöntemi için çok verimli bir Standart Türk Klâvyesi 1955 yılından beri resmen varolduğu halde, İngiliz dili için 130 yıl önce (on parmak yönteminin bilinmediği çağlarda) belirlenen (ve Türkçe’deki binlerce sözcüğün yazılmasına olanak vermeyen) American Standard Code for Information Interchange (ASCII) klâvyeyi Dünya standardı zanneden ve buna eklenen, Türkçe’ye has 7 harfin, en kullanışsız yerlere bilinçsizce yerleştirilmesiyle oluşturulmuş klâvyeyi de Q Türkçe standardı olarak kabullenen kullanıcıların bu hususta bilinçsiz oluşları, bilgisayar kullanımındaki verimsizliğin en büyük etkeni olmaktadır.” (15)

SONUÇ

Bu yazıyı ülkemiz bilgisayar kullanıcılarının zaman ve kaynak israfını önlemek amacıyla hazırladım. Verdiğim linklerde çok daha detaylı bilgiler bulabilirsiniz
Bilimsel araştırmaların sonuçlarından anlaşıldığı gibi Q klavye ingilizcede dâhil hiçbir dil için faydalı değildir. Bir klavyenin işlevselliği kullanıcının dilinde en çok kullanılar harfleri parmakların en rahat ulaşabildikleri yere yerleştirilmiş olmasına bağlıdır. Her dile göre ayrı klavye tasarlanması daha doğaldır. Türkçe için en uygun klavye Fe klavyedir.
Q klavye ile hızlı yazdığını iddia edenler F ile daha hızlı ve daha az yorularak yazacaklardır. Eğer denemek isterlerse 2-3 hafta 10 parmak f klavye programı ile günde 15 dakika çalışsınlar.
Üretici firmalar, talep edildiğinde dil ayrıcalıklarını gözönüne alarak, istenen her türde klâvye ile donanım ve yazılımlar üretip satmaktadırlar; yeter ki ithalâtçı, yerli üretici ve kullanıcı, klâvye konusunda bilinçli olsun satıcı tarafından dayatılan Q klavye karşı çıksın ve kendi dilinin klâvyesini istesin. (16)
F klavye uyduruk Q Türkçe klavyesinden, Dvorak klavyesi de Q klavyeden kat kat hızlı ve zahmetsiz yazmaya yugundurlar. Bırakın türkçeyi, isterseniz ABDli olun F klavye ile daha hızlı ve kolay ingilizce yazabilirsiniz. Bu durumun bilimsel olarak açıklaması yukarıda anlatılmıştır.
1990 ların ortalarına değin de herkes F klavyeye alışmıştı. Macintoshlar da F klavye ile gelirdi. Ama PC piyasası F klavyenin önemini kavrayamadı. Yüzlerce dolarlık bilgisayarları satanlar F klavyeyinin önemini düşünmediler. Bugün bilgisayar kullanıcılarının büyük çoğunluğu Amerikanın bile bırakmak isteyipte bırakamadığı Q Klavye kullanıcısı. Vakit geç olmadan F klavyenin yaygınlaştırılmasın sağlamalıyız. Zararın neresinden dönülse kârdır. Kaybedilen zaman asla telafi edilemez.

Kaynaklar.
1 http://www.turkdilidergisi.com/96/ievren.htm
2 http://dosya.hurriyetim.com.tr/harflerimiz/fklavyebabasi.asp
3 http://turkoloji.cu.edu.tr/DIL%20SORUNLARI/01.php
4 http://dosya.hurriyetim.com.tr/harflerimiz/fklavyebabasi.asp
5 http://www.gelisimplatformu.org/uye/uye_aktivite_print.asp?akt_id=1493
6 http://www.turkdilidergisi.com/96/ievren.htm
6 http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2001/temmuz/05/bilisim.html
7 http://dosya.hurriyetim.com.tr/harflerimiz/dhizlan2.asp
8 http://www.turkdilidergisi.com/96/ievren.htm
9 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/yazici_dostu.php?kategori_id=19&soru_id=1304
10 http://dosya.hurriyetim.com.tr/harflerimiz/zbolukbasi2.asp
11 http://www.medyatava.net/fklavyeyazilar.asp?yazar=yurtsan+atakan
12 http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/nisan/27/bilisim.html
13 http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/mayis/04/bilisim.html
14 http://www.kongar.org/medyanotu/251_F_Klavye_Firtinasi.php
15 http://www.medyatava.net/fklavyeyazilar.asp?yazar=yurtsan+atakan
16 http://www.turkdilidergisi.com/96/ievren.htm

8.06.2006

Rus-Çin Yakınlaşması

 Dünyada dengeler hızla değişiyor. Bir dönem ABD-SSCB (Rusya) arasında gerçekleşen dünya dengesi, son yıllarda Çin’in de süper güç olması sonucunda değişti.

Şu anda Çin, Amerika, Avrupa Birliği, Hindistan ve Rusya arasında geçen bir denge durumu söz konusu. Amerika Hindistan’a yakınlaşır yakınlaşmaz, Çin de Rusya ile yakınlaşmaya başladı. 2006 yılını RUSYA YILI ilan eden Çin, elinden gelen her türlü gövde gösterisini yaparak Amerika’ya “Sen tek güç değilsin!” sinyalini veriyor. Rusya ise şimdilerde Çin ile görünmekten sıkıntı duymuyor. Putin, Çin’e giderek, enerji boru hattı için anlaşmalar yaptı.

Ruslar tarihleri boyunca, işlerine gelene yanaşmışlardır. Son dönemde bu Çin olarak netleşmiştir. Çin’de Amerika’ya karşı tavır aldığı için bu ortaklık işine gelmektedir. Kafadar ikili, en son yaptıkları açıklamada, İran’ın nükleer çalışmalarının kendilerini fazla ilgilendirmediğini söyleyerek de Amerika’yı yalnız bırakmışlardır.

Amerika ise Hindistan ile yakınlaşıyor son dönemlerde. Orta Asya’daki zengin maden ve petrol yataklarını Rus-Çin ikilisine kaptırmaya niyetli olmayan ABD, bir taraftan Hindistan ile yakınlaşırken diğer taraftan Japonya ile yakınlaşmaya devam ediyor. Japonların yüzyıllık hayali olan Orta Asya’ya açılma hayali bütün bu ülkelerin Orta Asya konusunda yakınlaşmalarının tek nedenidir. Kimse diğerine bu bölgeyi kaptırmaya niyetli değil ve savaş çıkarsa İran yüzünden değil, Orta Asya madenleri için çıkacaktır.

Bakalım süper güçler arasındaki bu alışveriş ne şekilde devam edecek�Umarım birileri salaklık yapıp savaş düğmesine basmazlar��

24.03.2006