Fulya Gürses’e….

Bazı insanlar vardır, sessizce yaşarlar… Ne faydaları vardır insanlığa , ne de zararları….Bazı insanlar ise, dolu dolu yaşarlar….Hayat onlar için bir oyun alanıdır.. Üretirler, üretirler ve yine üretirler….

İşte böyle üretken bir insandı Fulya….. Çok genç yaşta kaybettik onu… Kızasık hayatına çok şey sığdırdığına ben şahitlik ederim…. Hiçbirşey yapamadı denemez çünkü bana çok şey kazandırarak gitti aramızdan…

Fazla yazmayacağım… Yeri dolmayacak biliyorum… ama FULYA GÜRSES KÖŞESİ site varoldukça hep kalacak yerinde….

Dostlar sağolsun………

4.05.2003

Sars Nedir?

 SARS hastalığı, Corona Virüs adı verilen bir çeşit Zatürre virüsünden kaynaklanmaktadır. Corona virüs ancak elektron mikroskobuyla görülebilen ve 100.000 tanesi yanyana geldiğinde sadece 1 milimetre büyüklüğünde bir yeri kaplayan virüslerdir.

Hastalığın nasıl çıktığı henüz anlaşılamamıştır fakat bir çeşit değişime uğramış grip virüsü olarak tanımlanmaktadır. Hastalığın belirtileri 38 derece üzeri ateş, nefes daralması, halsizlik gibi gribal özellikler taşımaktadır. 10 gün içerisinde tüm akciğeri kaplayan virüs, nefes almayı zorlaştırdığı için hastalar cihazlara bağlanarak nefes almaları ancak sağlanabilmektedir.

Hastalığın en önemli tehlikesi tanımının bile tam yapılamaması ve bugüne kadar denenen tüm antibiyotiklere karşı olumsuz yanıt vermesidir. Hastalığa yakalanma direk virüsle temas şeklinde olmaktadır, bu da hapşırma, veya hastadan nefes veya öksürük yoluyla direkt temasla olmaktadır. Bugüne kadar SARS hastalığından ölenlerin %40’ı sağlık çalışanlarıdır ve maalesef ilk kurbanlar,hastalığın tam tesbitini bilemeyenler olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü doktoru URBANİ de, Vietnam’da bu hastalığa yakalanıp vefat etmiştir. Hastalığa verilecek isimlerden biri de URBANI VIRUS’tur.

Hastalıktan korunma çareleri maske takmak, ellerin özellikle sabunla ve sıcak suda en az 20 saniye yıkanması ve hastalardan mümkün olduğunca uzak kalmakla mümkündür. Hastalığın sebebi olan virüsler o kadar küçük ve tehlikelidir ki, hapşıran bir hastadan çıkan zerrecikler maske takmış birinin göz retinasından bile vücuda girebilmektedirler. Virüs açık havada 3 saat yaşayabilmektedir ve bugüne kadar hayvanlar ve bitkiler yoluyla geçmediği belirlenmiş ve aksi iddia henüz ortaya atılmamıştır. Uzakdoğudan gelen ürünlerle de bulaşması mümkün değildir çünkü 3 saat içerisinde insan bedenine giremeyen virüs zaten ölmektedir.

Ülkemizde henüz SARS vakasına rastlanmamıştır. İstanbul’da Haseki ve Cerrahpaşa Hastanelerinde özel odalar hazırlanmış ve SARS vakası olabilecek veya şüphelenen hastaların direkt bu hastanelere götürülmesi gerekmektedir. Bu hastanelerimizde özel eğitimli doktor ve hastabakıcılar gelecek hastaların tedavisine çalışacaklardır.

Hastalık özellikle Çin’de hızla yayılmakta ve karantina altına alınma suretiyle hastalığın yayılmamasına çalışılmaktadır.

Hastalığın özellikle 40 yaş üzeri ve bağışıklık sistemi güçlü olmayan hastaların ölümüne neden olduğu istatistiklerle ortaya çıkmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü hastalığın merkezi olan uzakdoğuya gidilmemesini tavsiye etmektedirler, eğer çok önemli bir neden varsa ve gitmek zorunluluğu varsa maske takılması ve hijyene özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Virüs çok küçük olduğu için normal maskeler tam bir korunma sağlamamaktadır ve mikrop filtreli maskeler kesinlikle takılmalıdır.

Son alınan kararlarla, uçaklarda seyahat esnasında SARS virüsünün olduğu saptanan hastaların, uçakta oturduğu koltukların 2 ön ve 2 arka sırasındaki tüm yolcular da kontrolden geçirilmesi gerekecektir. Ayrıca seyahat sırasında daima hareket halinde olan hosteslerin de kontrolu şarttır.

Japonya’da insan vücudunun sıcaklığını ölçen cihazlar her köşeye yerleştirilmiş ve vücut ısısı 38 derece üstü olan herkes hemen kontrol edilmektedir. Bu hastalığın yayılmasına bir ölçüde engel olma noktasında, mantıklı bir çalışmadır.

Hastalığın henüz bir ilacı ya da tedavisi bulunmadığı için, yukarda belirtiğimiz gibi uzakdoguya seyahatlerin şimdilik askıya alınması kendi sağlığımız açısından çok büyük bir önem taşımaktadır….

En kısa zamanda bu beladan kurtulabilme dileğiyle……

28.04.2003

Irak Savaşındaki ‘Yalan’ Gerçekler !

İngiliz gazeteleri savaş sırasında kamuoyuna gerçek diye anlatılan olayların perde arkasını şöyle anlatıyor:

1 – Amerikalılar yaralı er Lynch’i Irak ordusu Nasıriye’den çekildikten sonra hiçbir korumanın bulunmadığı hastaneye gidip almışlar. Ancak biraz gerçekçi olsun diye; yaralı hatta felçli hastalara bile kelepçe vurmuşlar.
2 – İngiliz asker Eric Walderman, Ümmü Kasr’da yerde delikler açılmış bir miğferi başına geçirip “4 kurşun kafama geldi ancak miğferi delemedi ölümden kılpayı kurtuldum” diye gazetecilere poz vermiş.
Irak halkına özgürlük getireceği vaadiyle işgal eden Amerika ve İngilizler’in kahramanlık yalanları birer birer ortaya çıkıyor.Times gazetesi, Amerikalı esir er Jessica Lynch’in kurtarılma öyküsünün, Amerikan ordusunun anlattığı bir kahramanlık öyküsü olmadığını bildirdi. Gazetenin Nasıriye’deki muhabiri, yaralı askerin tedavi edildiği hastanedeki doktorlarla görüştü. Amerikalıların kurtarma operasyonunun, Irak güçlerinin şehri terk etmesinden sonra gerçekleştiği belirtildi. Gazeteye göre, Amerikalılar, dört doktoru ve iki hastayı kelepçelerken esirleri ararken hastanenin koğuşlarını yerle bir etti. Kelepçelenen hastalardan birinin de serum takılı haldeki felçli bir hasta olduğu ifade edildi.
Times gazetesi muhabiri, Amerikalıların davranışlarının, er Jessica ve diğer hastaların hayatını kurtarmaya çalışan Iraklı doktorları incittiğini, öfkelendirdiğini anlattı.
Gazeteye göre, Irak askeri istihbaratının getirdiği Amerikalı kadın askere ilk müdahaleyi yapan ve hayatını kurtaran Iraklı doktor, “Amerikalıların anlattıkları, Sinbad hikayelerine benziyor, bir masal sadece” dedi. Habere göre Doktor Hariz el Husna “Irak’ta tıbbi bakım yokmuş, hastaneyi şiddetle savunuyorlarmış diye anlatıyorlar. Oysa burada doktorlar ve hastalardan başka kimse yoktu, onlara ateş açacak kimse yoktu” dedi.
BU DA İNGİLİZ YALANI
Öte yandan; İngiliz askerlerinin kahraman olabilmek için nasıl yalan söylediği de ortaya çıktı. Ümmü Kasr’daki çatışmalarda başına isabet eden 4 kurşun miğferi delemediği için hayatta kaldığını söyleyen İngiliz asker Eric Walderman’ın yalancılığı da belgelendi.
Askerler patlamamış bir anti-tank mermisini imha etmeye çalışırken Walderman’ın çantasının üzerinde duran miğferi de parçalara hedef olmuş.
Walderman bir süre sonra deliller açılan miğferi başına koymuş ve ölümden kılpayı kurtulduğunu söyleyerek gazetelere poz vermiş.
The Sun gazetesi olayı araştırınca işin yalan olduğu belgelenmiş… Kaynak= INTERNET HABER – 17 Nisan 2003

17.04.2003

Bir Tutam Petrol Uğruna Ya Rab, Ne Güneşler Batırılıyor?..

Birileri yazmış, birileri çizmiş senaryoyu, savaş karşıtı gösterilerin faydası yok. Keşke olsaydı….

Frankfurt’ta bir ihtiyar Amerikalı ile tanıştım, söyledikleri, çok ilginçti ;
– Siz Amerika’yı ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ sanıyorsunuz…. yanılıyorsunuz…. Amerika, dünyanın en diktatör ülkesidir dedi.
Şaşkınlığımı gizleyemedim, nasıl olur? dedim…
– Bizde tepedekileri biz seçmeyiz, birileri getirir koyar başımıza birini ve der alın bu sizin Başkanınız…. Savaşı biz istemeyiz ama birileri savaş der ve gireriz, sokaklarda bağırır dururuz savaş istemiyoruz diye ama kimin umurunda???

İnanılmaz ama gerçek, bunu daha önce de birkaç Amerikalıdan duymuş ama olma yahu diyerek geçiştirivermiştim, ama bu son konuşma epey etkilemişti beni açıkcası….

Birileri, bir program yapmış ve düğmeye basılmıştı belli ki…

Iraklı binlerce aile evsiz kalacak, çocuklar ölecek, kimin umurunda? Koskoca Dünya Savaşlarını çıkartan zihniyetin çocukları olan bu yöneticiler, belli ki bir plan uğruna hareket etmeye devam ediyorlar….

Acaba kim kazanacak gerçekten? Amerika mı? yoksa gizli yönetenler mi?

Ölecek Iraklıların, bir koyun kadar değeri var mı acaba onların gözünde? Merak ediyorum…..

Keşke birileri bu VAHŞİLERE dur diyebilse!!!!!

18.02.2003

No Alla Turchia!!

Bu İtalyanca başlığın Türkçe karşılığı “TÜRKİYE’YE HAYIR!” anlamına geliyor. Peki neden acaba bu yazıyı başlık yaptım? Bence çok önemli çünkü!

Bu yazıyı Milano’dan yazıyorum. Dün geldiğim bu kentte, içimde Avrupa Birliğine girecek bir Türkiye’nin, ilerdeki yaşam standartlarını görmenin umudu ve mutluluğu vardı, taa ki o yazıları görünceye dek!

Hoş hoş yürüyordum oysa, bir kalabalık dikkatimi çekti ve acaba nedir bunun kerameti derken, Türk Bayrağı ve Avrupa resmi olan pankart dikkatimi daha çok çekince, şöyle bir yaklaşayım bakalım ne diyor acaba bu amcalar diye yanaştım yanlarına. Adamlar Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine karşı çıkan grupmuş ve NO ALLA TURCHIA! sloganıyla oradan geçenlerin dikkatini çekmeyi başarıyorlardı. Benim bile İtalyanca bilmediğim halde bu kadar dikkatimi çektiklerine göre, gayet başarılıydılar da!

Nedir bu avrupalıların bizden alıp veremedikleri acaba? diye düşünenleriniz olabilir! Ama fazla yorulmanıza gerek yok , ben cevaplayayım! O pankartta iki nokta vardı asıl verilmek isteneni anlatan!
1- Avrupa haritası
2- Avrupanın büyük kısmını içine alan Hilal ve Türkiye’ye ucu değen yıldız

Sorunları sadece bizim ekonomimiz değil adamların, bizden kazanacakları milyarlarca dolarlık sömürüyü de bir yana bırakıyorlar, para nedir ki? Elinin kiri! Adamların korktukları başka bir nokta daha var…. MÜSLÜMAN TÜRKİYE!!!!

Biliyorsunuz bugün dünyada HİLAL, müslümanların sembolüdür. Nasıl ki HAÇ, hristiyanları temsil ediyorsa, HİLAL de müslümanları temsil eder. İşte TÜRK BAYRAĞINDAKİ HİLALİ kaldırmadığınız sürece, her ne kadar AVRUPALI görünmeye çalışsakta, AVrupalının dedelerinden gelen bir HİLAL korkusu vardır ki, bunu asla yokedemezsiniz!

Avrupa Birliği şarlatanlarının yanımda olmalarını isterdim o NO ALLA TURCHIA yazısını gördüğümde! Acaba nasıl bir tepki verirlerdi? Biz onlara ne yaptık ki? Hem bakın ne güzel DİLENCİ gibi kapılarını aşındırıp duruyoruz! Ne dedilerse anında yapıyoruz! SIrada yüzyıllarca sahibi olduğumuz güzelim KIBRIS’ımızı bile vermeye hazırlanmaktayız! Ama adamlar NANKÖR belli ki! Bu kadar ayağını yalayana, nasıl da nankörce halen NO ALLA TURCHIA !” diyebiliyorlar?

BU Avrupalılar NANKÖR abicim! (Çocuklar Duymasın stilinde söyleyeyim de belki daha etkileyici olur!)

Sizi bilmem ama ben sadece şuna inanıyorum. Biz gerekli düzenlemelerimiz yaptıktan sonra, bırakın Avrupayı, Dünya bize eyvallah çekecektir. Bu cennet vatan hiçbir yerde yok! 30 üzeri ülke gezdim ama inanın MEMLEKETİMDEN güzelini görmedim yaşanacak! Sorunlarımız çok görünmesin sizlere! ÇÖZÜM İNANIN İÇİMİZDE! Neden gerçeği başka kapılarda arıyoruz ki????

KURTULUŞ SAVAŞI misali, ülkemizi BÖLME ya da MANDA altına aldırma heveslilerine bir dur diyebilsek, bir MİLLİ BİRLİĞİ yakalasak, KİM TUTAR BİZİ?

NO ALLA TURCHIA ha? ben de cevap veriyorum o amcalara!

NO ALLA EUROPA!!

VIVA TURCHIA! (YAŞASIN TÜRKİYE!)

İtirazı olan??????

19.01.2003

Kutu İçecekler Ve Sağlığımız

Son zamanlarda metal kutuda satılan Kola ve gazoz gibi içecekler dikkatimi çekmeye başladı… Sağlık konularında asıp kesen o kadar kuruluş nedense çok önemli bir konuya henüz el atmış değiller.

Kolilerinden çıkartılıp raflara ya da tozlu vitrinlere konulan bu meşrubatların SAĞLIK yönünden ne kadar temiz olduğu tartışılır. Bakkaldan, marketten satın alınan bu içeceklerin üzerlerindeki toz ve pisliğe hiç rastlamadım diyenimiz yoktur aramızda…

Sağlığımız ve özellikle çocukların sağlığı tehlikededir ve bu meşrubat üreticilerinin büyük bir vebal altında kalmasına sebep olan paketleme hatasıdır…

Ne yapmak lazım denebilir? Tek tavsiyem, kutu kolaların paketlemelerinde ufak tefek değişiklikler yapılması, mesela her metal kutunun plastik bir koruyucu tabaka ile sarılması mümkün, ya da özellikle dudak temasının gerçekleştiği üst kapak kısmına, plastik bir koruyucu kapak konulabilir…

Gıda sektörü çok stresli bir sektördür. Bir gıda mühendisi arkadaşım, çalıştığı firmanın ürünü sağlığa uygun olmadığı için mahkemelik olmuştu. Şimdi soruyorum herkese, metal kutuların SAĞLIĞA uygunluğuna hangi sağlık kuruluşumuz ONAY VERMİŞTİR? Bu konu ile alakalı bir kontrol yapılmalıdır, kim olursa olsun, hiç kimse toplum sağlığımızla oynayamaz, oynamamalıdır da!!!

Gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz…

Saygılarımla

25.12.2002

Türkçe’mizde 28 Harf Mi Var?

Alfabemizi öğrenirken, 29 harften oluştuğu söylenir. Son zamanlarda bşrşey dikkatimi çekmeye başladı. Aslında 28 harf kullanıyoruz. Bir harfi maalesef yoketmeyi başardık dilimizden. Bu zavallı harfi hepiniz bir şekilde biliyor ve maalesef KULAĞA HOŞ GELMEDİĞİNE inanarak yokediyorsunuz. BU zavallı harfimiz Ğ harfi, modernce söylersek YUMUŞAK G…

‘Dağ’ derken artık ‘Da’ diye okuyoruz. Ağa yazıyor ama Aa diye okuyoruz. Elazığ yazıyor Elazı diye okuyoruz…. Ama neden?? Nedenini ben söyleyeyim.. Öyle nazik olma derdine düştük ki, Ğ sesi bizi rahatsız ediyor, kaba geliyor sosyetik yetişme amacında olduğumuz için.

Acil olarak, Milli Eğitim (eyitim olarak okunacak bu kısım!) Bakanlığı (Bakanlıı) bu olaya el atmalıdır, eğer ( gene o harf!! insanı da nasıl rahatsız ediyor deĞil mi? siz kaçtıkça o kovalıyor!) müdahale etmek istenmiyorsa ve hata çözülmeyecekse, o zaman ricam LÜTFEN ALFABEMİZ 28 HARFTEN OLUŞUYOR DEYİNİZ!

Yumuşak G yani Ğ harfimizin, düştüğü zavallı duruma acımamak elde değil, düşünsenize hem varsınız, hem yok sayılıyorsunuz. Bugün dünya dillerine baktığımız zaman, öyle ilginç sesler kullanılıyor ki, bizim Ğ harfimizin kaba olduğunu düşünmek en büyük hata olur. Nazik bir dil olduğu nedense ve nereden çıkartılmışsa halen anlayamadığım Fransızca’da Ğ sesi en çok kulllanılan seslerdendir. Sosyete sevdalılarımızın Ğ sesine gereken önemi vermeleri durumunda sanıyorum bu ölmeye bırakılan harfimizi geri kazanma şansımız olacaktır.

Gelin Ğ sesini ilkokulda öğretildiği gibi BASTIRA BASTIRA kullanalım, kampanylr yaplım, Ğ HARFİNİ KURTARMA GÜNÜ ilan edelim a.Ğ.ustos ayının bir günü tercih edilebilir mesela ve o gün hepimiz Ğ harfiyle oluşan kelimeler yazıp asalım sokaklara!!

HERŞEY GÜZEL TÜRKÇEMİZİ KURTARMA ADINA OLDUĞU SÜRECE HER KAMPANYAYA BEN VARIM!!!! Hadi SİZ de buyurun!!!

Saygılarımla

21.12.2002

Global Türkçe Sorunu

Dünyanın en büyük nüfusuna sahip olan Çin’de, doğal olarak insanların bulundukları bölgelere göre konuştukları şive hatta diller farklılık göstermektedir. Mesela Shanghai şehrinden bir kişi, Hong Kong’a gittiği zaman, Hong Kong’lu arkadaşını anlayamamaktadır. Kullanılan dil çincedir fakat şive ve hatta kullanılan kelimeler bile tamamen değişmiştir.

Çin devleti, bu geniş coğrafya üzerindeki insanların birbirlerini anlayabilmeleri için, MANDARİNCE denilen Pekin Çincesini ortak dil olarak benimsemiş ve okullarda bu dilin öğretilmesini emretmiştir. Pekin çincesi öğrenen tüm öğrenciler, Çin’in her köşesinde, diğer Çinlilerle rahatlıkla konuşabilmeyi başarmaktadırlar.

Türkler olarak biz de aslında farkında olmasakta, büyük bir coğrafyaya yayılmış durumdayız. Bugün ne kadar uzak bırakılmış olsakta, Orta Asya Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimizle aynı Çinliler gibi ortak bir dilimiz olmadığı için anlaşamamaktayız. Düşünsenize, biraraya geldiğinizde, bir Özbek Türkü ile, bir Kazak Türkü ile kolaylıkla anlaşabilseniz ne kadar güzel olmaz mıydı?

Ortak Türkçe olarak seçilen günümüz İstanbul Lehçesi maalesef gün geçtikçe gerçek Türkçeden uzaklaşmaktadır, televizyonlarda gördüğümüz ve duyduğumuz Türkçe maalesef BATI’ya dönük eğitimimizin çarpıklıklarıyla doludur. Argo ağırlıklı bu türkçenin, hiçbir şekilde ORTAK TÜRKÇE olması beklenilemez.

Yapılması gereken, bütün TÜRKÇE konuşan devletlerin, ORTAK BİR KURUL önderliğinde, öncelikle bütün lehçelerde ORTAK KULLANILAN ÖZ TÜRKÇE kelimeleri baz alarak, bunların etrafında diğer kelimeleri de ortak bir SÖZLÜK haline getirerek, ÖZTÜRKÇE Gramer ve konuşma kılavuzu çıkartarak, bütün Türkçe konuşan bölgelerdeki okullarda ZORUNLU DERS olarak öğretilmesini sağlamaktır…

Arap ülkelerinden kopuk, Batı tarafından dışlanan, kendi benliğini kaybetme ve birilerine bağımlı yaşama tehlikesi yaşayan ülkemizin, bir yerlere gelmesi ve saygınlığına kavuşulması düşünülüyor ve isteniyorsa, o zaman yapılacak ilk iş, öncelikle kendi özümüzden olan, KARDEŞ DEVLETLERLE, iletişimi sağlamaktır.

Saygılarımla

21.12.2002

Gönüllüler Aranıyor

Geçen gün, eski komşum sağolsun, ziyaretime geldi. GÖNÜL KUŞAĞI DERNEĞİ’nden bahsetti. Bu derneğin özelliği, fakir aileleri tesbit ederek, her üç ayda bir erzak yardımı yapmalarıydı. Kendisi de bilfiil bu erzakların ailelere dağıtımında görev alıyordu. Bu ilginç hizmeti başka dernekler de doğal olarak yapıyorlar fakat ilginç olan bu dernekte çalışanların neredeyse hepsi GÖNÜLLÜ olarak bu işleri yapıyorlar.

Anlatılanlar etkileyiciydi, kimse kusuruma bakmasın ama ben senelerdir bu tip yardım kuruluşlarının topladığı paraları farklı yerlere aktardığı yönünde doğal şüpheleri olan biriyim ve en doğru olanın, gidip yerlerinde bu derneği incelemek olduğuna karar vererek, iki gün önce Ümraniye’deki dernek bürosuna bizzat gittim. Kapıdan girişte erzak çuvalları dikkati çekmekteydi. Çaydan tutun da, reçele kadar bir evin acil mutfak ihtiyaçları sıra sıra dizilmiş, bazıları çuvallara konulup ağızları bağlanmış ve hazır bir şekilde bekliyordu.

Yönetimden Mahir Bey ile yaptığımız görüşmede, dernek hakkında genel bir bilgi sahibi oldum. Dernek, şu anda 1500 aileye erzak yardımı yapmaktaydı ve yakın gelecekteki amaç, 6000 aile sayısına ulaşmaktı. Dernekte görev alan herkes kendi isteğiyle geliyor ve hizmet ediyordu ki bu bence olayın en güzel tarafıydı…İnsanlar hep birşeyler kazanma uğruna çalışmayı prensip edinirken, zamanını, parasını ya da arabasını himmet ederek hizmet eden insanların elleri öpülmeli bence…

Sistem şu şekilde işliyor. Para yardımı yapabilenler paralarıyla destekliyor. Talebeler, okullardan arta kalan zamanlarında geliyor ve erzak paketlerini çuvallara dolduruyorlar, başka grup evlerin adreslerini alıyor ve erzakları arabalara koyup evlere bizzat teslim etme işini üstleniyor. Tam bir kardeşlik ortamında gerçekleşen bu hizmet zincirinde belki de en güzel olan şey; fakir aileleri REKLAM MALZEMESİ yapmıyorlar, çünkü yapılan yardımlar özellikle akşam saatlerinde yapılıyor ve asla medyatik şova dönüştürülmüyor. Kimse kusura bakmasın ama ben bir fakir aile olsam sırf ekranlara çıkmamak uğruna yardım istemezdim herhalde. Fakirin de GURURU olduğu unutulmamalı..

Ben GÖNÜL KUŞAĞI DERNEĞİ’ni incelemeye devam ediyorum. Elimden geldiği kadarıyla da yardım etmeye çalışacağım. Bu yazıyı okuyan sizler de bu mükemmel yardımlaşma sisteminde yer almayı düşünebilirsiniz, bu para yardımı değil tabii ki sadece..Mahallenizde çok fakir insanlar olabilir, bu insanlar hakkında bilgiyi derneğe ulaştırabilirsiniz. eğer gerçekten fakirlerse, kayıtlara girdikten sonra maddi durumları dzelinceye kadar erzak yardımı alabilecekler.

Dernek sitesi genel olarak size bilgi verecektir:
http://www.gonulkusagi.org.tr

Gönüllüler aranıyor. Bu sefer insanlara hizmet için……….

19.11.2002

Vatan Elden Gidiyor !!

İlkokula başladığımız andan üniversiteyi bitirdiğimiz ana kadar aldığımız, Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi derslerimizin son zamanlarda fazla bir etkisinin üzerimizde kalmadığını hissediyorum. O, Büyük Lider Atatürk’ün, bize vermeğe çalıştığı vatanseverlik, galiba kitaplarda kalmış durumda….
Şimdi diyeceksiniz ki, neden durup duruken bu adam, bu şekilde yazdı? Haklısınız…Neden acaba? Nedeni oldukça basit. Ülkemiz elden gidiyor arkadaşlar, Uyanın artık !!!

Kurtuluş Savaşı yıllarında, ülke ekonomisi yıkılmış, her taraftan DÜŞMANlar saldırıp, ülkeyi bölme ve pastadan pay kapma savaşına girmiş, millet cephede düşmanla savaşırken, birileri kendi yaşadığı toprakları SATMA SEVDASINA girmiş……Hatta işi ileri götürüp, AMERİKAN ya da İNGİLİZ MANDASI altına girmeyi teklif edecek VATAN HAİNLERİ türemişken, Ulu Önderimiz Atatürk, 19 Mayıs 1919’da harekete geçerek, Milli Birlik ve Uyanışımız Hareketine başlamıştı…..

Gün bugün….Aradan geçen 80 küsür yıl sonunda, olanlar unutulmuş olmalı ki, bugün de BİRİLERİ ÜLKEYİ SATMA DERDİNDE…O gün Amerikan veya İngiliz Mandası teklif edenlerin TORUNLARI, bugün de AVRUPA BİRLİĞİ MANDASINA GİRMEYİ TEKLİF EDİYOR ve bunun uğruna propogandalar yapıyorlar!

Ben bir Atatürkçü eğitimle yetişmiş bir gencim! Bana verilen eğitim, bugünkü karmaşanın çok yeni ve ilk olmadığını gösteriyor…. Fazla uzatmayacağım….Sizi NUTUK’tan aldığım bir küçük bölümle başbaşa bırakıyorum!!!!

A) Genel Durum
1919 yılı mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyle:
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Millet yorgun ve yoksul durumda. Milleti savaşa sürükleyenler, ülkeden kaçmışlar. Vahdettin, şahsını koruyabilecek alçakça önlemler araştırmakta. Hükümet âciz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte. Ordunun elinden silahları alınmakta.
İtilâf Devletleri anlaşma hükümlerine uymuyor. İtilaf donanma ve askerleri İstanbul’da. Adana, Urfa, Maraş, Gaziantep işgal edilmiş. Antalya, Konya, Merzifon ve Samsun’da düşman askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancılar, özel ajanlar faaliyette.
15 Mayıs’da Yunan ordusu İzmir’e çıkartılıyor.
Ordu birlikleri, iki müfettişliğe bağlı kolordulardan ibaret.
B) Kurtuluş Çareleri
Yurtseverler kurtuluş çareleri düşünüyor. Kurdukları dernekler kendi bölgelerini kurtarma, merkezden ayrılma amacı güdüyor.
Azınlıklar kendi çıkarları için çalışmakta.
*Milli varlığa düşman kuruluşlar türemiş. Kimi aydınlar Amerikan mandası istiyor.
Yurtseverler çare arıyor. Kurtuluş çarelerinin iki koşulu : Padişah’a bağlılık, büyük devletleri gücendirmemekti.
*Kurtuluş çareleri : İngiliz himayesi, Amerikan mandası ya da bölgesel kurtuluş…

Bab-ı Ali’de, basında o tarihlerde münakaşa edilen ve üzerinde en fazla durulan konu, “ Manda” konusudur. İngiliz Mandası mı, Amerikan Mandası mı? Sivas Kongresinin de en fazla münakaşa ettiği konu, budur. Ve eğer Büyük Atatürk’ün o sağlam, yıkılmayan iradesi olmasaydı, Sivas Kongresi’nden belki Manda kararı çıkardı.

UYANIN MİLLET!!!! VATAN ELDEN GİDİYOR!!! HEM DE GÖZ GÖRE GÖRE!!

17.10.2002